Millet olarak ne matemimizde ne de sevincimizde ortak olabiliyoruz. Her şeyden ve herkesten bir rant devşirme peşindeyiz. Hal böyle olunca yaşananların ifade edebileceği toplumsal gerçekleri göremiyor, gerekli ve etkili tedbirleri alamıyoruz.
Bir genç, arkasında görüntülü bir mesaj bırakarak intihar etti. Hayatının baharında ölümü isteyen bu gencin arkasında bıraktığı mesajlar toplum sağlığı açısından çok önemliydi. Ama biz bu mesajın içerisindeki bütün gerçekleri bir kenara bırakıp olayı "sen-ben" kavgasına dönüştürdük.
Siyasi kesimin bir kısmı meseleyi "cemaat yurtları kapatılmalı" boyutuna taşıyıp genlerinde var olan din düşmanlığını açığa vurdu. Bir zamanlar camileri kapatan, ezanları susturan, Kur'an'ı yasaklayanlar şimdi de cemaat yurtlarını kapatmanın peşine düşüp din ve dindarları acımasızca suçluyorlar.
Yaşam tarzları din ve dindarlıktan uzak insanlar da bu olayı fırsat bilip karşı tarafı ötekileştirmenin, onları aşağılamanın, kendi yaşam tarzlarını övmenin peşine düştüler.
Yani sizin anlayacağınız, böylesine elim ve vahim bir olayda bile ayrışmanın yolunu buluverdik hemen.
Eğer onların bakış açısıyla olaya yaklaşacak olursak meyhanede sarhoş olduktan sonra intihar eden insanların ardından bütün meyhaneleri kapatmak gerekir.
Artık olaylara basit değerlendirmeler yaparak birbirimizi suçlamayı bırakmalı, daha bilge bir toplum olma yolunda sorular sorup çözümler üretmeliyiz.
Yaşanan intihar olayının arkasında yatan ve irdelenmesi, tartışılması, çözüm yolları üretilmesi gereken o kadar çok şey var ki...
Biz sadece buzdağının görünen kısmını konuşuyoruz. Derinlerde yatan sebepler daha büyük ve asıl bu kısmın konuşulması gerekiyor.
Mesela onu anlamayan ailesi... Bu noktada ailelerin, çocuklarına bakış açılarını gözden geçirmeleri gerekiyor.
Adına ister Z kuşağı isterse Dijital Kuşak deyin, yeni bir nesil var. Anne babalar bu yeni kuşağı anlamalı veya bu yeni kuşak anne babalara anlatılmalı. Bu yeni kuşağın ihtiyaçlarını anlamadan toplum olarak sorunlarımıza çare bulamayız.
Gel gör ki bu nokta konuşulmuyor, bu alanda çalışmalar yapılmıyor. Konunun uzmanları sessiz ancak konuyla uzaktan yakından alakası olmayanlar konuştukça konuşuyor.
Beraber yaşadığı arkadaşları... Artık o kadar bireyselleştik ki yanı başımızdaki insanın yaşadığı büyük sorunları bile göremiyoruz.
24 saatin büyük bölümünü birlikte geçirdiğimiz bir insanın yaşamış olduğu travmayı fark edememiş olmak asla izah edilemez. Demek ki derdimiz insanı anlamak, yanımızdaki insanla ilgilenmek değil. Kendimizce doğru olanları yaşamak ve dayatmakla meşgulüz. Bu anlayış terk edilmeli ve etrafımızda olup bitenlerle daha fazla ilgilenmeliyiz.
Üniversitedeki hocaları... Günümüz öğreticiliğini de yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor aslında. Hocalık veya öğretmenlik sadece bilgi aktarımından ibaret bir kurum olmamalı.
Lakin bugün bu müessese çeşitli sebeplerden, sadece kuru bilgi aktarımı haline dönüştürülmüş durumda. Hoca ve öğretmenler; bir öğrencinin derdini anlatabileceği, sorunlarını paylaşabileceği ve bunlara çözüm üreten bir sevgi kaynağı olmalı.
Bu liste uzayıp gider...
İşin özüne inmeden, basit siyasi ve ideolojik tartışmalarda kalarak bu ve benzeri sorunlara çözümler üretmemiz mümkün değil.
Şu anda konuşulanlar, cemaat yurtlarının kapatılması veya dindar ailelerin baskısı değil gençlerin sorunlarına çözümler üretmek olmalıydı.
Ortalıkta işin uzmanı olmayan siyasetçi ve sanatçılar bol keseden atıyorlar ama sosyologlar ve psikiyatristlere mikrofon uzatılmıyor.
Patolojik vaka olarak masaya yatırılması gereken kişilikler, mahir kimseler gibi resmi bir havada beyanat verme hakkını kendilerinde görüyorlar.
Sanatçı da siyasetçi de takipçi kitlesinin sevgisinden ve ilgisinden besleniyor. Bunu göz ardı ederek birilerini ötekileştirmenin ve kendini mutlak doğru görmenin adı olsa olsa aymazlıktır.
Gençlerin başta "sevgi" olmak üzere manevi ihtiyaçlarını karşılamadan olayları çözme yolunda hiçbir adım atamayız.
Kısır tartışma ve söylemlerle ancak kendimizi tatmin ederiz ama toplumsal sorunlarımızı bir nebze dahi olsa çözemeyiz.