İstanbul Havalimanı’na yapılan canlı bomba saldırısı, Türkiye’nin nasıl dış ve iç destekli komplike bir terör saldırısıyla karşı karşıya olduğunu gösterdi.
Saldırıyı gerçekleştiren teröristlerin kimliği veya örgütsel aidiyetleri şu satırların yazıldığı an itibariyle henüz resmen açıklanmadı.
Ama istihbarat kaynaklarının bakışları DAEŞ üzerinde yoğunlaşmış gibi.
Salı akşamı gerçekleşen kanlı eylemin, PKK tarafından yapıldığına dair ilk yorumlarım boşa çıksa bile bu, PKK’nın bu tür eylemler yapmayacağı anlamına gelmiyor.
Mübarek Ramazan ayında gerçekleştirdikleri Vezneciler olayı ortada.
Diyarbakır’da örgütün uyuşturucu tarlalarına ve hayatî önemdeki üslerine yapılan başarılı operasyonların yanı sıra, Kandil’in doğrudan yönetimindeki belediyelere ilişkin olarak getirilmesi öngörülen yasal düzenlemelerin Kandil’deki terör baronları üzerinde oluşturduğu tepkiyi tahmin etmek zor değil.
Karayılan’ın tehdit dolu açıklamaları bunu doğrular nitelikte.
Bu eylemin arkasında DAEŞ çıkarsa şimdilik bunun tek açıklaması İsrail ve Rusya dolayısıyla olabilir. Ama özellikle İsrail faktörü belirleyicidir.
DAEŞ kendince, “İslam dünyasına ve Filistin davasına ihanet!” iddiasıyla Türkiye’yi cezalandırdığı algısını oluşturmak istiyor.
Filistin davasının liderleri bu anlaşmadan duydukları memnuniyeti dile getirirken, DAEŞ’in durumdan vazife çıkarmaya çalışması kendi bağnaz ideolojisiyle ve duruşuyla alakalı.
PKK da pekâlâ bu eylemi yapabilirdi.
Zaten at izi ile it izi birbirine karışmış durumda.
PKK ile DAEŞ’in ipleri aynı merkezin elinde olduğu için bir o tarafa bir bu tarafa eylem yaptırılarak Türkiye’nin siyasi rotası değiştirilmek isteniyor. Dahası, Türkiye yeniden boyunduruk altına alınmak isteniyor.
Türkiye’nin, “Düşmanların sayısını azaltmak, dostların sayısını çoğaltmak” biçiminde özetlenen yeni dış politika hamleleri sadece DAEŞ ve PKK gibi terör örgütlerini rahatsız etmiyor, asıl bölgeyi dizayn etmeye çalışan o terör örgütlerinin efendilerini rahatsız ediyor.
DAEŞ ve PKK, o bölgesel ve küresel efendilerin sadece birer piyonları.
Ve her iki terör örgütünün eylemleri aynı amaca hizmet ediyor son kertede.
Kılıçdaroğlu kimin adamı?
Kılıçdaroğlu’nun aynı üst aklın emrindeki bir siyasi aparat olduğuna kendi adıma hiç kuşku duymuyorum.
Kılıçdaroğlu tam bir proje.
CHP, üst aklın ele geçirdiği bir siyasi üsse dönüşmüş bulunuyor.
Dikkat ederseniz, Türkiye düşmanı o üst aklın ve emrindeki terör örgütlerinin rahatsız olduğu tek bir kişi var: Recep Tayyip Erdoğan. DAEŞ de, PKK da Erdoğan liderliğine fena halde düşman.
DAEŞ Erdoğan liderliğinin İslam dünyasındaki karşılığından rahatsız. Çünkü Erdoğan’ın söylemleri, DAEŞ için ölümcül bir darbe niteliğinde.
PKK, Kürt inkârını ve Kürtlere yönelik baskı politikalarını sonlandıran Erdoğan liderliğinden rahatsız. Çünkü bir tek Erdoğan liderliğinin kendisi için tehdit oluşturduğunu görüyor. O yüzden PKK varlık nedenini, “Erdoğan liderliğini ve hükümetini devirmek” biçiminde açıklamış durumda.
O üst aklın niye Erdoğan liderliğinden rahatsızlık duyduğu ise aşikâr.
Büyük bir özgüvenle Türkiye’yi yeniden güçlü bir biçimde tarih sahnesine çıkartan Erdoğan liderliğini kendi küresel ve bölgesel çıkarları önünde tehdit olarak görüyorlar.
Boyunduruk altına alamayacaklarını gördükleri Erdoğan’ı, terör sopasıyla hizaya getirmeye çalışıyorlar.
Kılıçdaroğlu işte tam olarak bu projenin siyasetini yapıyor.
Hangi terör örgütü eylem koyarsa koysun bir bakıyorsunuz Kılıçdaroğlu sorumlu olarak Erdoğan’ı gösteriyor. Hatta daha ileri giderek Erdoğan’ı akan kandan sorumlu bir katil olarak suçluyor.
DAEŞ’in eyleminden de, PKK’nın eyleminden de Erdoğan’ı sorumlu tutacak kadar işi ileri götüren Kılıçdaroğlu, AK Parti Hükümeti’nin yeni dış politika hamlelerinden de tıpkı efendileri gibi rahatsızlık duyuyor.
O yüzden diyorum ki; Kılıçdaroğlu’nun siyaseten üstlendiği rol ile o terör örgütlerine biçilen rol birbirini tamamlıyor.
Birinin siyaseten yapmaya çalıştığını, ötekisi bombayla yapmaya çalışıyor.
Sizce hangisi daha tehlikeli?