Dün, “CHP artık Atatürkçü bir parti değil” diye yazmıştım.
Çünkü Kılıçdaroğlu’nun devr-i saltanatında, Atatürk, “ikincil” öneme sahip bir siyasetçi (herhangi bir siyasetçi) konumuna düşürüldü.
Bunu, Kılıçdaroğlu’nun “referanslarına” bakarak anlıyoruz...
Kılıçdaroğlu, siyasetini oluştururken, Atatürk’e değil, daha çok Fetullah kırması liberallere ve kripto FETÖ’cülere atıf yapıyor.
Çok görmüyoruz aslında... Son okuduğu kitap “İnce Memed” olan, bir üçkâğıtçı olan Parvus Efendi’yi “Türk büyüğü” sanan, Kâğıttepe’de dolaşacak kadar İstanbul’u “yakından” tanıyan bir siyasetçiden söz ediyoruz...
İşte Kılıçdaroğlu’nun “referansları”ndan bir örnek:
Bir önceki grup toplantısında, “sol” grupların (Ergenekon ve Balyoz kumpasları nedeniyle) nefret etmesi gereken Atatürk düşmanı bir gazeteciden, Ahmet Altan’dan sitayişle söz etti.
Hani, “Burada beni öldürmeye çalışıyorsunuz. Vereceğiniz ceza sizin kader haritanıza da aynen kaydedilecek” diyerek, FETÖ’cü ağzıyla mahkeme heyetini tehdit eden gazeteci...
Hrant Dink cinayetinin faillerini gizleyen bir “gazetecilik başarısına” imza atmıştı aynı zamanda... Hrant Dink cinayetiyle ilgili resmi belgeyi, bugün aynı cinayetin sanığı durumunda bulunan Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer isimlerini karartarak, yani ketmederek yayınlamıştı...
Bu haliyle, bir de, verilen “Hrant Dink Ödülü”nü kabul etmişti. Utanmamıştı.
O gazeteci işte...
Kılıçdaroğlu’nun referansı artık bu tür aydın ve gazeteciler...
Bir de, sığ bir Atatürkçülük... “Atatürk’ün ilkelerini say” desen, apışıp kalacak bir Atatürkçülük...
İşte bu adam kalkmış, “kitlelere” Atatürkçülük dersi veriyor.
Efendim, Atatürk olmasaymış, camilerde beş vakit ezan okunmazmış... (İki yıl kadar önce, “Atatürk’ü sahtekârlara bırakmayacağız” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a böyle cevap vermişti.)
E, hadi öyle olsun...
En azından ezanın kaç vakit okunduğunu biliyor ama nece okunduğunu duymamış.
Ezan nece okunmuştu Kemal Bey?
Mustafa Kemal’in fedakârlıklarıyla günde beş vakit “özgürce” okunan o “şey”e (“Tanrı uludur” vs...) siz “ezan” mı diyorsunuz?
Değilse, değiştirilmesi yönünde teklif veren Demokrat Parti’ye niçin destek verdiniz?
Devam etseydi o haliyle...
Uzunca bir süre “cumhuriyetin en önemli kazanımı” diye kaktırdığınız “Tanrı uludur” komedisine sahip çıksaydınız.
Niçin önünüze gelen teklife balıklama atladınız?
Niçin “Ezanın Türkçe dışındaki dillerde de okunabileceğine ilişkin teklife CHP olarak muhalefet etmeyeceğiz” diye görüş bildirdiniz?
Böyle yaparak, Atatürk’e ve Atatürk’ün sağladığı özgürlüklere karşı çıkmış olmadınız mı?
Efendim, sıkışınca Atatürk diyorlarmış, artık Anıtkabir’e koşuyorlarmış.
Kimsenin sıkıştığı yok... Atatürk de yeni keşfedilmiş değil... AK Parti kurulduğu günden beri Anıtkabir’e gidiyor, 10 Kasım törenlerinde hazır bulunuyor...
Bazı Ak Partililer bunu ödev sayabilir, bazıları “zorunlu” olduğunu düşündükleri için Anıtkabir’e gidebilir, eh bazıları da sizin şerrinizden emin olmak için her yıl tekrarlanan o sıkıcı ziyaretlere rıza gösterebilir:
Kimin hangi saikle orada bulunduğunu bilemeyiz.
Sizinkiler de “şekva” ve “dilek” için Anıtkabir’e koşuyor.
Muarızlarını gammazlıyor.
Mezarından kalkıp duruma el koyması için Ata’ya ricalarda bulunuyor.
Mozoleye yüz sürüyor.
Kemalizm’i “din”e, Atatürk’ü bu dinin peygamberine, Nutuk’u da kutsal kitaba dönüştürdüler.
Utanmasalar çaput bağlayacaklar...
Derdiniz buysa, yani Anıtkabir’e zorunlu ziyaretleri “biçimsiz” buluyorsanız, bunun değiştirilmesi yönünde kamuoyu oluşturur, partinizin teklif vermesini sağlarsınız.
Hazır, FETÖ’ye perestiş eden yeni bir Atatürk inşa etme arifesindeyken...
Siz Atatürk’e bunu da yaparsınız!