Eğer, her şey Amerikan vergi mükelleflerinin ulusal çıkarları doğrultusunda gelişseydi, Amerikan tarihinde yaşanmış şekliyle bir “Vietnam yenilgisi” olmayacaktı. Belki, ABD, yine o savaştan çekilmek zorunda kalacaktı ama kalıcı “travma” ile karşılaşmayacaktı.
Nedeni, Amerikan medya ve film endüstrisinde etkin “Siyonist kuşatmadır…”
“Saklanmaya çalışılan tarih” dönemin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın 29 Kasım 1973 tarihli şu sözlerinde saklı:
İsrail Başbakanı Meir ile Güney Vietnam Başkanı Thieu’yu bir araya getirmek gibi gizli bir arzum var. İkisi de savaşan müttefikler olarak bizden askeri malzeme istiyorlar, oysa üretimimiz, verebileceklerimiz belli. En iyisi otursunlar kim ne alacak kendi aralarında anlaşsınlar, biz de uygulayalım.
İsrail o sırada Yom Kippur Savaşı’nı yeni atlatmış, Güney Vietnam da komünist Kuzey’in genel taarruzunu göğüslemeye hazırlanıyordu.
İsrail, çevresindeki Arap ordularının Sovyet askeri malzemesiyle donatıldığı bir dönemde, varlığının yüksek Amerikan askeri desteğine bağlı olduğunu biliyordu.
Rakip, komünist Kuzey Vietnam ile mücadele eden Güney Vietnam’dı.
Siyonist medya/film endüstrisi kuşatması bu noktada kendini gösterdi,İsrail, bekasını Amerika’nın Vietnam’dan bir an önce çekilmesine bağlamıştı!..
Üç büyük TV kuruluşunun haber merkezleri devreye girdi, Vietnam cephesinden Amerikan kamuoyuna akan görüntü ve haberler “savaş karşıtı” hareketin güçlenmesine neden oldu.
Film endüstrisi devredeydi, Hair müzikali zirvedeydi, Amerikan toplumu yenilgiye ikna edildi.
Siyonist lobi, Nisan 1975’te Saygon’un düşmesi ve Güney Vietnam’ın tarih olmasıyla zaferine ulaştı. İsrail’in artık Amerikan savaş endüstrisinde ortağı kalmamıştı.
Ölümcül kuşatmadır, dikkat!..
Bir süper gücü İsrail’in çıkarları için felç eden yapıyı Benjamin Ginsberg şöyle tarif ediyor: 1960’ların başlarından itibaren Yahudi lobisi, Amerikan kültür, ekonomi ve siyasi yaşamında güçlendi. Özellikle 1980’lerdeki şirket evlilikleri ve yeniden yapılanma süreçlerinde ekonomik güçlerini artırdılar. Amerikan nüfusunun yüzde 2’sini oluşturuyorlar ama, bu ülkedeki Dolar milyarderlerin yarısının Yahudi olması tesadüf değildir. Üç büyük televizyon kuruluşunun, beş büyük film stüdyosunun, New York Times başta bir dizi gazetenin kontrolünü sürdüren bir güçten söz ediyoruz.
Bu sözler 1993’e ait, bugünün gücü, karşımızdadır.(Netflix’in siyasi dizilerinin içine anti-Erdoğan sahneleri kim sıkıştırıyor sanıyorsunuz, Pensilvanya’daki ağlak mı, geçiniz.)
Öyle ki, dost Katar’ın yayın organı gördüğümüz Al Jazeera’nın İngilizce yayınını, Suudi-BAE kontrolündeki Al Arabiya kadar Türkiye karşı noktaya çeken bir güç bu.
Al Jazeera’nın bünyesine, Türkiye-Katar dostluğunda soru işaretleri doğurabilecek haberlere yol veren kripto karakterleri sokabilen bir yapıdan söz ediyoruz.
Şaşırtıcı mı, hayır, Siyonist lobinin fırınında pişmiş taze yalanları köpürten bir kısım medya içimizde varken…
Batı’da, ‘60’larda sol, ‘80’lerde neo-liberal, 2000’lerde İslam düşmanı ırkçı kuşakları üretmiş kurumsallaşma bu…
Altun’u desteklemek zorundayız…
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı görevini üstlenen Prof.Dr.Fahrettin Altun’un akademik birikimini zaten biliyorduk, “işkolik” düzeydeki çalışmaları tamamlayıcı oldu.
Türkiye için en zor görevlerden birini üstlenmiş durumda. Bir süper güce zamanında savaş kaybettirmiş, şimdi de maymuna çevirmiş yapıyla mücadele ediyor.
Vatansever düşünce insanlarının görevi, mücadeleyi uzaktan seyretmek değil, elini taşın altına koyarak Altun’un yanında yer almaktır.
Bu mücadeleyi, klasik cephe savaşı mantığıyla kazanmamız mümkün değildir. Hepimizin birer Kuvvayı Milliye yerel yöneticisi kimliğine kavuşmamız, kuşatma/işgale karşı “entellektüel gerilla hareketini” başlatmamız gerekiyor.
Konu önemli, devam edeceğim.