Genel seçimlerin üzerinden iki hafta geçmesine rağmen hükümet kurma çalışmalarında henüz hiçbir ilerleme kaydedilemedi.
Resmî sonuçların açıklanmasından sonra Cumhurbaşkanı, hükümet kurma görevini 267 sandalyeye sahip olan AK Parti'nin genel başkanı Tayyip Erdoğan'a verdi. Erdoğan ilk koalisyon teklifini, geçmiş dönemlerde de iyi bir işbirliği sergiledikleri MHP Genel Başkanı Bahçeli'ye götürdü.
Bu temaslar devam ederken, bazı kesimlerden "Önce, en çok vekile sahip olan CHP ile görüşmeliydi" eleştirileri geldi. Cumhurbaşkanı da, "Bu yönde tavsiyede bulundum" diyerek bu eleştirilere destek verdi. Daha da ilginci, siyaset hukuku açısından hiçbir gerekçesi olmayan bu eleştiri, Genelkurmay Başkanı tarafından da dillendirildi. "Karargâh rahatsız" başlıklı röportajda yer alan, "Ulusal birliğin tesisi için 'Büyük Koalisyon'dan yanayız" ifadesiyle açıkça, AK Parti'nin; CHP ile ortak hükümet kurması istendi.
Bu baskılara tepki gösteren AK Parti lideri Erdoğan, "Ben PKK ve FETÖ ortaklarıyla ortaklık kuramam" diyerek görevi iade etti.
İkinci büyük parti CHP'nin genel başkanı olarak görevi devralan Kemal Kılıçdaroğlu, "Biz koalisyon çalışmalarını zaten seçimden önce başlatmıştık" ifadesiyle İYİ Parti'nin, hükümette yer alacağını vurguladı ve ilk resmi temas için YSP'nin; yani HDP'nin kapısını çaldı.
Görüşme sonrasında yapılan ortak açıklamada HDP Eş Başkanı "Koalisyon daveti aldık, şartlarımızı sunduk" derken, Kılıçdaroğlu da "Aradığımız desteği bulduk" mesajı verdi. Sızan bilgilere göre HDP, Başbakan Yardımcılığının yanı sıra; İçişleri, Adalet ve Millî Savunma Bakanlığını istedi ve Kılıçdaroğlu da kabul etti! "İçişleri benimdir" diyen Akşener'e başka bir formül önerileceği öğrenildi.
CHP listesinden seçilen DEVA, GP, SP ve DP gibi partilerin ise, "her üç vekil için bir bakanlık" talep ettiği söyleniyor. CHP lideri bu pürüzleri aşsa bile ancak 278 sandalyeye ulaşabiliyor, AK Parti veya MHP'den destek alamadıkça Başbakanlık koltuğuna oturamıyor!
Öte yandan AK Parti ve MHP'nin CHP ile ortaklığa yanaşmayacağını iyi bilen Kılıçdaroğlu'nun, "farklı" çözümler aradığı iddia ediliyor. "Farklı çözüm" ifadesi, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in benzer bir problem için kullandığı "Güneş Motel" yöntemini akla getiriyor. Ancak Ecevit'in "Her vekile bir bakanlık" yöntemiyle 12 vekil eksiğini tamamladığı biliniyor. Oysa Kılıçdaroğlu'nun en az 23 milletvekiline ihtiyaç duyduğu görülüyor! Her şeye rağmen bu son fırsatı kaçırmak istemeyen Kılıçdaroğlu'nun "milletvekili avı" başlattığı iddia ediliyor.
Koalisyon pazarlıkları sırasında, bakanlık sayısının sınırlı olmasından dolayı çok zorlanan Kılıçdaroğlu, 35'in üzerindeki bakanlık sayısını yarıya indiren Erdoğan'a; "Devleti ne hale getirdi" diye ateş püskürüyor. Kılıçdaroğlu'nun, Kültür ve Turizm gibi bakanlıkları ayıracağı, 20 ayrı "Devlet Bakanlığı" kuracağı ve geriye kalan "bakan" açığını da "Başbakan Yardımcılığı" ile kapatacağı söyleniyor.
"TÜRKİYE BU ÇUKURDAN ASLA ÇIKAMAZ"
Bütün bu çabalara rağmen, Kılıçdaroğlu'nun, bu parlamentodan güvenoyu alabilecek bir hükümet kurmasının neredeyse imkânsız olduğunu söyleyen siyasî çevreler, "Bir hükümet kursa bile uzun ömürlü olamaz, daha da önemlisi asla köklü icraat yapamaz" değerlendirmesinde bulunuyor.
Bir CHP yetkilisi ise, "Kılıçdaroğlu; KHK'lıların iadesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve terörle mücadelenin AB standartlarına göre yürütülmesi gibi sözlerini yerine getirmeyi; siyasi kariyeri bakımından çok önemsiyor. Bu yüzden gerekirse 'azınlık hükümeti' kurmayı planlıyor" diyor.
Cumhurbaşkanının, Kılıçdaroğlu liderliğinde bir 'seçim hükümeti' isteyebileceği de iddia ediliyor.
Netice itibariyle, 7 (veya 13) parçalı bir parlamentodan istikrarlı bir hükümetin çıkması imkânsız göründüğünden, kısa süre sonra tekrar seçime gidilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Ancak bugünkü siyasî konjonktürde, yine tek parti iktidarı mümkün görünmüyor. Yani ülkenin, bu siyasî istikrarsızlık çukurunda daha ne kadar patinaj yapacağı bilinmiyor.
Koalisyon hükümetinin bile kurulamadığı bu belirsiz süreç, yatırımcı ve işadamlarını endişelendiriyor. Bazı çevreler ise "kriz daha da derinleşmeden İMF gibi uluslararası kurumlarla işbirliği" tavsiye ediyor.
Değerli dostlar, sadece nereden geldiğimizi hatırlatmak istedim. Pazar günü seçim yapıp, pazartesi günü yoluna devam eden bir ülkede yaşamak ayrıcalıktır.
Bunlar, bugünkü ortamda çok saçma görünebilir. Ancak (genç kardeşlerim dışında), abarttığımı düşünen varsa, "alzheimer"a yakalanmış olabilir, acilen doktora gitmelidir! Nitekim bunlar, 2000'li yıllara kadar defalarca yaşanan süreçlerdir.
"Parlamenter Sistem" dedikleri vesayet düzeni devam etseydi, 14 Mayıs'ta ortaya çıkan parlamento aritmetiği, yukarıdaki faciaların çok daha ağırını yaşamamıza sebep olabilirdi.