Eğer siyasal hayatın gerçek kaynağı toplumda karşılığı olan fikirler ise yanlış fikirleri hak ettikleri yere atıp, yerine doğru olanları yerleştirme mücadelesi vererek toplumun bu yolla değişebileceğini tasavvur etmek mümkün demektir. Ama herkesin böyle düşünmediğini kendi yakın tarihimizin pratiğinden ötürü biliyoruz. Gülenist hareketin 15 Temmuz’da kendi fikirlerinin iktidarı için darbe yoluyla toplumu rehin alma girişimi, soluduğumuz siyasi kültürün kısmen demokrasi dışı yollardan beslendiğini de bir kez daha kanıtladı.
Özgür iradeyi zorla gasp etmeden, her fikrin özgür bir rekabet için ‘’gelişip serpilmesine’’ olanak tanıyan siyasi rejim, yani demokrasi, bu bakımdan büyük önem ve değer taşıyor. Toplumun yaşadığı çelişkiler ne denli köklü ve ne kadar derin olursa olsun, demokrasi, demokrasi dışı bir ‘’pratik etkinlikle’’ bu sorunların çözümü ve dönüşümünü kabul etmez, meşru görmez. Aklı başında her birey ve sağduyulu her toplum, kendisine zorla dayatılan fikirlerin hegemonyasına karşı çok ciddi bir konum alır ve bu zorbalığın tasfiye edilmesi için de sert tedbirler alır.
Demokratik siyasi hayatın devamı ve bir siyasi kültür ve gelenek olarak istikrar kazanması başka türlü olmaz.
15 Temmuz darbesi büyük çoğunluğu muhafazakar olan bir toplumda ve kültürel olarak muhafazakar değerlerden beslenen bir cemaat tarafından organize edildi. Başka bir deyimle, muhafazakar bir iktidarın şekillenmesine imkan veren kültürel kodlar aynı zamanda bu muhafazakar iktidarın altını aynı kodlarla “oymanın” imkanlarına da cevaz verdi.
Gülenist hareket, bu kültürel habitat içinde parti- örgüt manasında gerçek bir nesnel diyaloğun öznesi olmadı hiçbir zaman. Ortalıkta iktidar isteyen, iktidarı talep eden bir kimlikle hiç açıkça gezinmedi. Dolayısıyla çok usta bir şekilde, bütün diyaloğunu sanki toplumun ‘’kendi kendisiyle’’ diyaloğuymuş gibi ve gerçek sanki bundan ibaretmiş gibi gizlemeyi başardı. Elbette yaptığı bir tür illizyon değildi. Bir örgüt ve organizasyon hiçbir zaman için sadece boşlukta işlev görmez. Her zaman kendi ihtiyaçlarına uygun siyasi dayanaklar bulur. Gülenist hareket, siyasetin yüzeyinde gezinen ‘’ikinci bir siyaset olma imkansızlığını’’ Türkiye’de başarabilmiş korkunç bir hayalettir.
Başka kimlikler içinde kendini ustalıkla gizleyen bir örgüt, herhalde sırf adı siyasetçi olduğu için siyaset sahnesini bundan azade tutmaz. Kaldı ki, darbe cüreti gösteren güç, devlet idaresinin salt bürokratik mekanizma ile yürütülemeyeceğini herkesten de daha iyi bilir. Devletin gaspı, bütün kurumlarının gaspı anlamına gelir -ki tam da bu noktada siyasi güç her şeyden daha önemli hale gelir. 40 yıl gibi uzun bir zaman diliminde her türlü siyasal ve devletsel imkanla beslenmiş, örgütlenmiş, meşruiyet sağlanmış bir örgütlenmeden söz ediyoruz. Her kılığa bürünmüş, her ideolojik kılıfı çok rahat üzerine giydirebilmiş, yani gerektiğinde dindar, sol, milliyetçi, liberal olabilmiş bir örgütlenme. Ama en önemlisi de sürekli mağduriyet üzerinde kendisine meşru alan bulabilmiş bir örgütlenme.
Eğer darbeyi ve darbe tehlikesini tümüyle bertaraf etmek istiyorsanız. Bunu sadece hukuki önlemlerle engelleyemezsiniz; çünkü bu örgütlenme sadece devlet kurumlarında örgütlenmemis, aynı zamanda kendisini siyasetin korumasına emanet ettiği için siyasi alanda da örgütlen meyi başarabilmistir. Daha açık bir ifadeyle; ülkenin her alan ve kurumunda zirve örgütlenmesini sağlayan bu örgüt, siyasi alanda “örgütlenmemiş” demek, aklımızla alay etmek olur.
Bu örgütlenme ilk günden yani 1970’lerden günümüze kadar siyasi korumalar ile büyümüştür. Ve siyasi mekanizmalarda çok daha yerleşiktir.
Tüm siyasi partiler bu anlamda tehlike altındadır ve bunun siyasetten tasfiyesi ancak bir yenilemeyle mümkündür. AK Parti, CHP, MHP ve HDP açısından da böyledir. Ve meclis dışı siyasi partiler, Saadet Partisi ve BBP açısından da durum budur. Partileri, hatta birbirine 180 dere ce zıt olan partileri dizayn edebilecek kabiliyette olan bu örgütlenme, ancak acil bir erken seçimle tasfiye edilebilir.