Muhammed b. Turtuşi Sirâcu’l-Mülûk adlı eserinde şöyle der:
“Hased, büyük dertlerin adamı olamamaktan ileri gelir…”
Büyük dertleri olanlar yani dava adamları haset etmezler, dünya için birbirini yemezler, makam-mevki kavgasına düşmezler.
Dini, mukaddesatı, davası için dünyada mücadele etmekle, dünyanın faniliği için çekişmek arasında büyük bir ayrım vardır.
Allah’ın verdiği nimetler çok hak ettiğimiz ve burada kendimizden geçerek tüketmemiz için verilen nimetler değil, daha büyük bir ideal için kullanmamız gereken nimetlerdir.
Haset etmek dünyanın faniliğinde kaybolup gitmek, fani olan için tutkuların esiri olmaktır.
Haset kavramı içinde ‘bencillik, egoistlik, kendini sevme’, ‘çekememezlik, tahammülsüzlük’, ‘kıskanmak, gıpta etmek’, ‘hor görmek, küçümsemek’ gibi anlamları barındırır.
Hasedin kontrol edilemeyip derinleşmesi bir tür psikolojik hastalık ve ahlaki zafiyettir.
Siyasi hasede duçar olan insanlar ihtiras ateşinin içinde yanıp tutuşurlar. Kendisinin niçin daha zengin, daha âlim, daha meşhur, daha büyük makam sahibi olmadığını dert edip, bunlara sahip olan insanlara haset eden insan kendisinin eksikliğini geçerek başkasının fazlalığını sorun yapmaya başlar.
Hasetçi hem kendi kendini yer bitirir, hem de başkasının sahip olduklarını kaybetmesi için elinden geleni yapmaya çalışır. Bu ise fitne ateşini tutuşturur.
Başkasında var olanı kaybettirme gayreti, insanın kendisinin bir şeylere sahip olma gayretine göre çok sakildir.
İslam Ansiklopedisi’nin aktardığına göre, “Başkasının bir nimete kavuşmasını çekemeyip ondan mahrum kalmasını temenni etmeye haset, böyle bir kötü niyet taşımadan o nimetin benzerine kendisinin de nâil olmasını arzulamaya gıpta, bu arzuyu gerçekleştirme yönünde çaba göstermeye ve olumlu bir rekabet içine girmeye münâfese denilmiştir.”
Siyasi rekabetin belki imrenme ve gıpta etme üzerine dönmesi anlaşılabilir. İnsan kendisinin daha iyisini yapabileceğini düşünerek iddia sahibi olabilir. Ancak siyasi haset, başkasının hiçbir şeyi hak etmediğini, her şeyi yanlış yaptığını, her şeyi kaybetmesi gerektiğini düşünür.
Kibir, bencillik, ihtiras zamanla kine, nefrete, düşmanlığa dönüşür.
Rakibini yenme değil yok etme tutkusu, rakibinin düşüncelerine değil varlığına yönelik bir tahammülsüzlük üretir. Haset dost olana yönelirse ise daha çirkinleşir.
İnsanın kendisini her şeye layık görmesi, her şeyi hak ettiğini ve her şeyin onun için olduğunu düşünmesi doğru değildir.
Bu yüzden tarihteki büyük liderler kendi büyüklüklerinden hiç bahsetmezler, kimseye de haset etmezler. Haset edenler ise hep gölgede kalanlardır.
Haset eden adam hep mutsuzdur, şükürsüzdür, asabidir, hırçındır.
Siyasi ihtiras kavileştikçe siyasi haset artar, haset arttıkça tahammülsüzlük, çekememezlik ve hırçınlık zirve yapar.
Siyasetçinin haset hastalığına kapılmaması için gerçek gayeyi nazara alması ve Allah’ın rızasına odaklanması, uhrevi olana yüzünü çevirmesi gerekir.
Allah’ın nimetlerini ve emanetlerini zamanında çok iyi değerlendirmek esas olmalıdır. Gençlik ve sağlık kaybedildiğinde bir daha ulaşılamayacak nimetlerdir. Dünyevi makamlar, mevkiler, görevler ise gelindiğinde iyi değerlendirilmesi gereken emanetlerdir. Bu fırsatların bir daha doğacağının garantisi yoktur.
Akıllı adam, emaneti yüklediğinde hakkını veren ve her an elinden çıkacakmış gibi vazifesini layıkıyla yerine getirendir.
Siyasette rekabet, çekişme, yarışma olabilir ama haset siyaseti tatsızlaştıran, ahlaki zeminini zedeleyen bir duygudur.
Allah Resulü (sav) ‘Ey Allah’ın kulları kardeş olun’ emrini verirken şöyle buyurur: “Dedikodunun peşine düşmeyin, başkalarının kusurlarını araştırmayın, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, kin gütmeyin.”