Kimseyi suçlamak istemem... Hele, bir bölümü tutuklu bulunan gazetecileri daha da zor durumda bırakacak bir tutumun içinde görülmek hiç istemem.
Konumuz “darbenin siyasi ayağı...”
Bunu dert edinmiş görünen CHP’nin, 15 Temmuz girişimi öncesinde FETÖ’ye sunduğu lojistik destekle yüzleşmek istemediğini biliyoruz. Ama destek verdiler. Bir darbeyi hem istediler, hem savundular.
Dün bu köşede değinmiştim:
15 Temmuz öncesinde FETÖ’yle “piyasa” yapıyorlardı. Genel başkanları tapeyle yatıp tapeyle kalkıyordu. Partinin yayın organı Halk TV, mütemadiyen FETÖ’cü ağırlıyordu ve onlara darbe yanlısı konuşmalar yaptırıyordu.
Bir de işin “aydınlar” boyutu var...
Birazdan okuyacağınız yazıyı darbeden 5 ay önce, 5 Mart 2016 tarihinde kaleme almıştım. Darbe “isteyen” ya da “bekleyen” aydınları deşifre etmiştim.
Madem birileri “siyasi ayak” diye tutturdu, onlara yol haritası kıvamında bir yazı... Üçüncü baskı olacak ama olsun... Baksınlar, kimmiş “siyasi ayak”, görsünler.
Kelimelere dans ettirme becerisine sahip Ahmet Altan, Türkiye’nin kurtuluşunun, ancak, “darbe” ve “iç savaş” gibi büyük bir altüst oluşla mümkün olabileceğini söylüyordu.
Kardeşi de (ikinci cumhuriyetçi, liberal ve darbe karşıtı geçinen Mehmet Altan da) zaman zaman “benzeri düşünceleri” dile getiriyordu. Doğrudan “darbe”yi ima etmiyordu ama “iç savaşın kanlı cehennemini” öneriyordu.
Mesele Erdoğan’dan kurtulmaksa, en ehven yol darbe ve iç savaştı.
Bizi sürekli “militarizmlerin” yaydığı tehlikelere karşı uyaran karşılaştırmalı edebiyat uzmanı Profesör Murat Belge de, “Bir darbeyi istemem ama...” şerhini düşerek, en ehven yolun darbe olabileceğini düşünmemizi sağlayacak çıkışlar yapıyordu.
Murat Belge’nin ötekilerden farkı şuydu:
Darbeyi hiç istemiyordu... Temenni etmiyordu... Ama “güvence” olarak görüyordu. Neyin güvencesi? “Şeriat devleti tehlikesi”nin güvencesi elbette... Laikliğin tehlikede olduğunu düşünenlere de sürekli bunu hatırlatıyordu: “Ordu izin vermez...”
Murat Belge’nin “temenni etmem ama” ifadesiyle kararttığı en önemli düşüncesi de (dileği de) şuydu: “27 Mayıs benzeri bir müdahale olabilir...” Önce “olabilir”, sonra “Erdoğan otoriterleşmesini sürdürürse böyle bir müdahale kaçınılmaz olarak gündeme gelebilir...”
Murat Belge’nin çok değer verdiği Birikim dergisinin entelektüel genel yayın yönetmeni Ömer Laçiner de paralel cenahın televizyon kanalına çıkmış, Erdoğan’ın“yasa dışı yollarla da olsa, mutlaka indirilmesi gerektiğini” söylemişti.
Bunları neredeyse ezberlediniz...
En taze örnek, Wolfowitz’in arkadaşı olmakla övünen Cengiz Çandar’dan gelmişti.
Cizre’yi, Rus birliklerinin harabeye çevirdiği Dresden’e benzeten ve “Bu görüntülerin sorumlularının sadece ‘sandıkta mı hesap vereceğini’ zannediyorsunuz?” diyerek işi tehdide döken Cengiz Çandar, ötekiler gibi kıvırmıyordu. “Bodoslamadan” dalıyordu ve darbe dışında bir seçenek kalmadığını (artık bu yola girmiş bulunduğumuzu) söylüyordu.
Kendisinden dinleyelim: “Kala kala, bir TSK, bir de Anayasa Mahkemesi kalmıştı. TSK, kurumsal olarak, siyasi iktidar bakımından ‘özerk’ konumunu her şeye rağmen koruyor olsa da, son yıllarda yaşanan gelişmelerden ötürü ‘checks and balances’ rolünü bugüne dek uyguladığı biçimde, şu sırada oynamayacak durumda. (Oynayamayacak demiyoruz, ‘şu sırada oynamayacak’ diyoruz.)Bu rolü, artık, bir kez oynayabilir. Düdüğü çalar. Oyunu durdurur. İlerde olur mu olmaz mı, bilemeyiz. Ama buna imkân veren bir yola girilmiş olduğunu görebiliyoruz. Bu durumda, kala kala Anayasa Mahkemesi kalıyor. Erdoğan’ın ona yönelik ‘salvoları’, bu bakımdan ‘hukuk devletine elveda’ deme hazırlığı olarak görülebilir. (...) Bir süredir zaten vedalaşmaktaydık. Ama ‘elveda’ demek bir adım ötesidir. Geldiğimiz nokta, Türkiye’de ‘rejim sorunu’nun ciddi ölçülerde ve vahim biçimde ‘derinleştiğini’ ifade etmektedir. ‘Hukuk devleti’nden ne kaldıysa ve ne kadar kaldıysa, onun da sonuna yaklaşıyoruz...”
Erdoğan’dan kurtulmak için “darbe dışında bir seçenek kalmadığını” söyleyen beyleri dinlediniz.
Hayır, yorum yapmayacağım.
Kılıçdaroğlu, bazılarını isim anons ederek grupta alkışlatmıştı.
Sadece bunu hatırlatmak istiyorum.