Yeni çözüm sürecinin, toplumsallaşması ve halka mal olabilmesi bakımından kuşku yok ki BDP son derece önemli bir partidir.
Tabanını sürece hazırlayacak, ne Kürt halkına ne demokratik değişime bir faydası olmuş tercihleriyle yüzleşecek, parti içinde özgür tartışma ortamını mümkün kılacak mekanizmaları yeniden düşünecek ve çözüm partneri olan AK Parti’ye karşı yeni bir tutum belirleyecek olan parti kuşku yok ki, BDP’dir.
AK Parti’nin BDP algısı değiştikçe, BDP’nin de AK Parti algısı o oranda değişmek zorundadır.
BDP’nin bu süreçte sadece Kürt sorunu bağlamında değil, Türkiye’nin en temel iç ve dış sorunları bağlamında, en az Öcalan kadar Türkiyelileşmesi ve Öcalan kadar özgür düşünmesi ve süreci olumsuz yönde etkileme gücü olan aktörlere karşı da ‘özerk’ durmayı tercih etmesi gerekir.
Barışı hedefleyen ama başarısızlıkla sonuçlanan süreçlerin tarihi henüz yazılmadı. Özal’ın girişimi, Oslo görüşmeleri bu tarihin en önemli kısmıdır. Kürt aktörler bu iki aşamada da tam anlamıyla özerk davranamadılar. Verdikleri kararlar, askeri vesayete hiçbir itirazı olmayan siyasi partilere ve çözüm istemeyen ulusal/uluslararası aktörlere yaradı.
***
Türkiye bu netameli tarihin yeni bir aşamasında bulunuyor.
Ama bu yeni sürecin başarısı için, artık özerk davranmak da yetmez; Öcalan’ın ve BDP’yle temsil edilen Kürt siyasi hareketinin Kürt sorunuyla alakalı aktörlere karşı tamamen özgür davranması gerekir.
Çünkü Türkiye, Kürt sorununda artık özgür davranan bir ülkedir.
Türkiye, hem kendi yurttaşı olan Kürtlere hem arka bahçesindeki Kürtlere yönelik politika oluştururken, devletin inkarla başlayan geleneksel ve statükocu anlayışları çerçevesinde hareket etmiyor.
Türkiye, Kürtlerin hak ve statü taleplerine karşı, Ortadoğu’nun her biri birer Kürt sorununa sahip olan ülkeleriyle geçmişte kurduğu işbirliklerini geride bıraktı, yollarını ayırdı.
Türkiye, Araplarla ve Farslarla birlikte hareket edip Kürtlerin her türlü siyasi hak taleplerini bastıran bir ülke değil artık.
Bu devlet, AK Parti hükümetinin öncülüğünde, Kürt yurttaşlarıyla kurduğu ve kurmaya hazırlandığı yeni siyasi ilişkilerini ABD’nin ve AB’nin çıkarları doğrultusunda dizayn etmeye mahkum bir ülke de değil.
Özellikle Kürt siyasetçilerinin görmesi ve değerli bulması gereken gerçek şu ki, Türkiye, Kürtlerle alakalı her sorunda kendi başına karar verebilecek bir güce sahip hale geldi.
BDP/PKK hattı, bu gerçeği anlamadan, kendisini siyasi manada olumlayan geniş kesimleri yeni bir çözüm sürecine ikna edemez.
Öcalan Türkiye’nin bu yeni ve güçlü konumunun ve bu yeni konumdan doğan siyasi tercihlerinin farkında.
Tarih Öcalan’a büyük bir misyon yüklüyor. İmralı’dan gelen haberler Öcalan’ın tamamen özgürce davranarak bu rolü oynamaya hazır olduğunu gösteriyor.
Çözüm sürecini engellemek isteyenler ise görebildiğim kadarıyla, Öcalan’ın, belki de kendi siyasi yaşamında ilk kez bu kadar özgür davranmasından epey rahatsızlar.
Oysa Öcalan, PKK’ye savaş kararları aldırırken, AK Parti bu sorunu çözemez der ve muhataplık için orduyu ve ne olduğu belli olmayan adeta muhayyel bir devleti işaret ederken ona methiye düzüyorlardı.
Aynı çevreler şimdi de, Kürtlere kuşku ve güvensizlik aşılıyor, Türk halkındaki kadim bölünme korkusunun artık işe yaramadığını görünce, bu defa da etkili olabilir umuduyla, ‘belki bir şeyler çözülecek ama demokrasiyi feda etmek zorunda kalacağız’ diyerek, farklı paranoyalar üretiyorlar.
Kürtler’in dağlarda kalması ve Kürt siyasetinin şiddet zemininde tutulması için bahane üstüne bahane üretenlerin inandıkları demokrasiyle, gerçek demokrasinin bir ve aynı şey olmadığı her geçen gün biraz daha anlaşılıyor.
Karar verirken özgür davranan bir Öcalan ve özgür davranan bir BDP.
Çözüm için başka şans yok..