Geçmişi temsil eden partilerin, Türkiye’nin tüm bölgelerinden alamadıkları ama belirli bölgelerden aldıkları oy, siyasetin bir çeşit KDV’si olarak görülebilir.
Eski fikirler, katı ideolojik programlar, etno -kültürel dinamiklerin bastırılmasının yarattığı sonuçlar ve etnik- fay hatları Türkiye demokrasi ve değişim mücadelesinin bu seçimlerde de aşamadığı parametreler oldu.
Siyasetin KDV’si dediğim şey aslında bu parametrelerden doğan bir ‘siyasi kazanım.’
Meseleye şehircilik bilinci ve bu bilince ya da taleplere siyasetin katabilecekleri açısından bakacak olursak, Mersin’e MHP’nin, İzmir’e CHP’nin daha büyük hizmet ler yapabileceğine seçmenin inanması için ciddi ve makul bir sebep yoktu.
Ama seçmen bu iki şehirde de aslında kendi oyunun gerçek değerini veya maliyetini, şehircilik bilinci ve bu bilincin tekabül ettiği doğal ve haklı talepler üzerinden düşünmemiş, bu gerçek durumu, şu ya da bu sebeple, ideolojisinin belirlediği bir KDV’ye feda etmiştir.
AK Parti böyle bir KDV’ye talip olmadığı için, yani MHP tarzı bir Türk Milliyetçiliği ve CHP tarzı bir İttihatçı-Kemalist ulusalcılığa siyasi tahayyüllerinde yer vermediği için, CHP’lilerin Belçika dedikleri şehirlerde-ilçelerde, MHP’lilerin de muhtemelen ‘Ergenekon’dan çıkış’ gibi gördüğü yerlerde, rakipleriyle bu türden bir KDV yarışı içinde olmamış, siyasi söylemini değişim ve şehircilik bilincine dayandırmıştır.
Batı’da durum buyken, her iki parti-CHP ve MHP açısından Doğu ve Güneydoğu’da değişen bir şey olmamıştır. Bunun sebebi, CHP ve MHP ideolojilerinin bu bölgelerde, zaten 1990’lı yıllardan başlayarak iflas etmiş olmasıdır. 30 Mart seçimleri bu bakımdan, bu ideolojik iflasın, geri dönülemeyecek bir biçimde tamamlandığı bir seçim oldu.
Doğu’da seçimlerin iki ve önemli siyasi adresi var. AK Parti ve BDP.
2014 yerel seçimlerinde AK Parti’nin oylarını, bir önceki yerel seçimlerde (2009) aldığı oy olan %38,7’den % 47,2’ye çıkardığı görülüyor. Oy artışı yaklaşık % 9.
AK Parti’nin son üç genel seçimde aldığı oyların ortalaması ise %50’ye tekabül ediyor. Son seçimlerde Doğu’dan aldığı oy (%47,2) toplamda-Türkiye’de- aldığı oydan 1,7 puan fazla görülüyor.
Bu sonuçlar AK Parti’nin 2002 seçimleriyle beraber, Kürt seçmenden istikrarlı bir şekilde oy aldığını ve oy kaybı yaşamadığını, geleceğin siyasi tahayyülleri ne olursa olsun, bu tahayyüllerin gerçekleşmesinde AK Parti’nin birinci parti olmaya devam edeceğidir.
Aynı şey BDP-Kürt siyaseti açısından da geçerlidir. Bu parti 2007 seçimlerinden bu yana girdiği seçimlerde oylarını korumuş ve ortalamada, Doğu Anadolu’da %27-28 oranında bir oy bandına oturmuştur.
Seçimlerin çözüm süreci ve bölgenin vazgeçilmez iki partisi olan AK Parti ve BDP açısından yarattığı olağanüstü bir sonuç yok. Yani her iki partinin oylarında belirgin ve çok farklı bir artış da yok, bir düşüş de. Bu seçmenin çözüm sürecini bir bakıma oylarıyla taltif etmesi olarak da okunabilir.
BDP bu seçimlerde ilk kez Batı’da HDP’yle girdi.
Seçimler, HDP’ye giden oyların sol oylar değil, Kürt seçmeninin oyu olduğunu göstermiştir. HDP projesinin, Türkiyelileşmek niyetine hizmet etmediğini ve etme ihtimalinin de çok uzak bir ihtimal olduğunu ortaya koymuştur.
BDP bu seçimlerde Mardin ve Bitlis gibi AK Parti’nin yönettiği şehirleri aldı ve AK Parti’yle çok çekişmeli bir yarış sürdürdüğü Van’ı ve Siirt’i de korumayı başardı.
Daha önce %70’lerde oy aldığı ve birer kale gibi görülen kimi merkezlerde ise BDP’nin oylarında ciddi bir azalma var.
CHP’nin ulusalcılığı, MHP’nin giderek daralan Türk Milliyetçiliği ve BDP’nin vaktiyle yaşanmış bir trajik hikayeden beslenen etno-kültürel dinamiği, seçmeni etkilemeye ve ideolojik tercih yapmaya zorlamaktadır.
Bu üç partinin, aldığı oylar, keskin kimlik politikalarının belirlediği siyasi bir KDV gibidir ve siyasetin kısa ve uzun vadede bu KDV’den muaf kalması için gerekli olan şeyin, demokratikleşme ve değişim olduğunu göstermiştir.
BDP, seçim sonrasında özerklik ve bölgesel kaynakların kullanımını tartışma gündemine soktu. Bu söylemlerden sağlam bir siyasi zemin oluşmaz. Türk ulusalcılığını ve Türk Milliyetçiliğini besler ama. Kürtlerin 30 Mart seçimlerinde verdiği mesaj, özerklik mesajından ziyade, Kürt siyasetinin, merkez siyasetle entegrasyonunu daha da sağlamlaştırması mesajıdır. Dolayısıyla ‘alınan oylar ve kazanılan şehirler, özerklik için yeterlidir’ demek ne kadar yanlışsa, ‘bu oylar yetmez, özerklik için %15 civarında oy almamız lazım, BDP sol’a değil, muhafazakar kesime yaklaşmalıdır’ demek de bir o kadar yanlıştır. Muhafakarlara yaklaşmak, bu kesimden oy alabilmek siyaseten doğru bir tutum olur, ama muhafazakarlar BDP’ye oy verirken, demokratik özerkliğe giden yolu açmak ya da Kantonlar için değil, tam bir demokrasi için verebilirler. AK Parti’nin, bütün bölgelerden oy alabilen yegane ‘Türkiye Partisi’ olmasının hikmeti sebebi de budur.