Geçen hafta, GP Gen. Başk. Davudoğlu ile Akit Tv.de yapılan ve sert tartışmalı geçen bir programa değinmeyi, 25 Mayıs tarihli ve ‘Hoş olmayan bir tartışma uslûbu üzerine..’ başlıkla yazımda, bugüne bırakmıştım.
Araya, 27 Mayıs 1960 İhtilâl Hıyaneti’nden beri hep, TSK içindeki ‘darbeci çekirdek’ içinde yer almış eski bir Gen. Kur. Başkanı’nın (İHK’nın) ölümü de girmiş olsa bile..
Biz yine de, o sıradışı, ‘Davudoğlu- Karahasanoğlu’ tartışması üzerinde duralım.
***Önce belirteyim ki, Ali İhsan Karahasanoğlu’yla Vakit’te yazdığım 2001-2009 yılları arasında birçok tlf. irtibatım olmuştu, ama, şahsen hiç karşılaşmadım.
Ahmed Davudoğlu’yla da şahsî tanışıklığım yoktur.
Ama, AK Parti’nin Gen. Başkanlığı’ndan ayrılırken yaptığı konuşmayı, bir idealist dâvâ adamına yakışan bir tavır diye, gözlerim yaşararak dinlemiştim. Keşke, o tabloyu parçalamasaydı. -‘Fakir’e göre- kendisine yazık etti.
***Sözkonusu programdan da anlaşıldığı kadarıyla, Davudoğlu, kendisi ve arkadaşlarının, artık kapanmış olan bir Üni’ye yapılan hazine arazisi tahsislerini mülk olarak gösterip Halkbank’tan 375 milyon lira kredi aldıklarından dolayı ‘dolandırıcılık’la suçlanmasına çok içerlemiş.. (Elbette, o dolandırıcılık ifadesinin yerine usûlsüzlük vs. gibi daha zarif bir ifade kullanılabilirdi.) Ama, onun ayrı bir parti kurma çalışmasına başlaması o meseleden önceydi.
Ayrıca, kendisinin de Erdoğan’ı ve partisini ‘yolsuzluk’la yetinmeyip, ‘nepotizm’ diye örtülü bir kelimeyle suçlaması daha hafif değildir. (Nepotizm, adam kayırıcılığı ve akrabaya iltimaslı davranmak gibi mânâlara gelen lâtince bir kelime..) Halbuki, Erdoğan’ın C. Başkanı olmasından sonra, AK Parti’de Genel Başkanlık ve Başbakanlığa gelmek için bekleyen 4-5 güçlü isim varken, Davudoğlu’nun paraşütle tepeden indirilmesi de, bazılarına göre, nepotizm tarifine giriyordu. Ki, Meclis’te iktidar partisinden 25-30 kadar eski diplomat olduğu halde, Tayyib Bey’in onu Meclis dışından Dışişleri Bakanlığı’na getirmesini de, ‘nepotizm/ adam kayırıcılık’ olarak görenler olmuştu.
Elbette, bu gibi vazifelendirmelerde kabiliyet ve sadâkat da aranır denilebilir. Demek ki, kabiliyeti görülmüş ve değerlendirilmişti. İkinci unsur ise..
Evet, aynen öyle.. Davudoğlu bu konuda ilginç bir örnektir; bazı benzerleri de..
***Ahmed Bey’in, yüksek kabiliyetleri olan birisi olduğunu reddedecek kimse olmaz herhalde, kendisinin de içinde olduğu camiamız içinde.. Ancak, ‘ene’sini, (latincesiyle, ‘ego’sunu) keşke frenleyebilseydi diyenler de öteden beri hep vardı. Ve, siyaset, hükmetme mevkıinde olmak ihtirasını içinde taşıdığından, güçlü ‘ene’ de ister; ama, ondan kaçınmak en büyük erdemlerdendir.
***Ahmed Bey’in, 7 Haziran 2015 Seçimlerinde AK Parti’nin yüzde 41,5 oy alarak tökezlemesini Erdoğan’a; 1 Kasım 2015 Seçimlerinde yüzde 49,5 oy almasını ise kendisine mal etmesinin, bir ‘enâniyet’ ve ‘ben’ heykeli yontmak örneği olduğunu söyleyenler de yanılmıyordur herhalde.. Ki, Ahmed Bey, o proğramda, ‘15 Temmuz gibi bir kalkışma olsa, yine Tayyib Bey’in yanında yer alacağını’ söylerken; ‘Ona darbeyi illâ da ben vuracağım, deme, yeter!.’ diyenler de oldu.
***Ayrıca, Ahmed Bey’in, sık sık, ‘Ben hakikati konuşurum..’ demesi de yanlıştı. Çünkü, bu iddialı ve başkalarının yanlışta gören bir yaklaşımdır.
Ali İhsan bey’e gelince, eleştirilip, bir ‘ehl-i kalem dâvâ adamı’ asabiyetiyle keşke, öyle olmasaydı, ve evsahibi konumunda olduğunu da unutmasaydı denilebilir. Ama, o siyasetçi değildir. Uslûbu ve konulara yaklaşımı da bilinmiyor değildi.
Davudoğlu ise, siyasetçi olarak; bundan sonrası için de zayıf noktasını göstermiştir. Ya, sabredecekti; ya da, programın çığırından çıktığını gördüğünde, sofrayı devirecekti.
***Washington’daki bir ‘Düşünce Kuruluşu’nun sorumlusu Daniel Pipes, son yazısında, ‘İslâmcılar paramparça..’ diyordu, zevk içinde.. Bu da unutulmasın..
***