Devletler, devlet özelliği taşımayan ama devlet olmaya çalışan gruplar ve tabii ki “terör örgütleri” savaşı siyasetlerinin devamı olarak görürler. Savaşarak istediklerini başkalarına kabul ettirmeye ya da istemediklerini muhataplarına yaptırmamaya çalışırlar.
Savaş genellikle ilk başvurulan yöntem değildir. Muhataplarınızın aklını kontrol edebildiğiniz sürece istediklerinizi elde etmek için pazarlık etmeye bile ihtiyacınız olmayabilir. Prestijinizi kullanarak da istediklerinizi elde edebilirsiniz. Veya pazarlık ederek, diyelim ki mükafat vaat ederek hedeflerinize ulaşabilirsiniz.
Savaş, tehdidiniz işe yaramadığında, özellikle de caydırıcılığınız çöktüğünde ortaya çıkar. Bazen hesaplı kitaplı başlar, açık siyasi hedefi vardır. Bazen de gözler köreldiğinde, inançlar gerçeklerin yerini aldığında vukuu bulur. O zaman da amaçsız, hedefsiz, stratejisiz başlayan savaş insan kıyımı dışında hiçbir işe yaramaz.
Verdiğiniz kayıplar belki dünya kamuoyunun ilgisini bir süre için sorununuzun üstüne yoğunlaşmasını sağlar. Belki size sempati ile bakan bir kaç ülkenin yanınızda durmasını sağlayabilirsiniz. Belki de onları takınmak istemedikleri bir tavra zorlayabilirsiniz. Ama sonuç genellikle insani açıdan kıyım, siyasi açıdan da yenilgi olur.
***
Hamas’ın yaptığı da ne yazık ki budur. İsrail’in orantısız güç kullandığı, çoluk çocuk demeden Filistinlileri kıyıma uğrattığı doğrudur. 2008 sonu 2009 başında gerçekleştirilen Gazze müdahalesinde çoğu sivil 1500’e yakın insanın öldürüldüğü de gerçektir. Yargısız infazların, Cenevre Sözleşmelerine aykırı uygulamaların bugün de yapıldığı bilinmektedir.
Uluslararası toplum adına hareket edenlerin, BM Güvenlik Konseyi’nde karar verme konumunda olanların İsrail’e sempati ile baktığı da hepimizin malumudur. Ayrıca Hamas’ın elinde İsrail’i Gazze’ye saldırmaktan caydıracak, ona kabul edemeyeceği bir bedel ödetecek silahlar da bulunmamaktadır.
Peki bu şartlar altında Hamas hangi mantıkla İsrail’e saldırarak onun öfkesini ve şiddetini tam da seçim öncesi dönemde Gazze halkının üstüne çekmektedir? İsrail’in saldırıları neticesinde insanların hayatlarını kaybetmesi Filistin sorununun çözümüne mi yol açacaktır?
Hamas yöneticilerinin ve bizlerin kendimize bu soruları sorması gerekir. Bu soruların sorulması İsrail’in savunulması anlamına gelmez. Sadece sorunun daha da büyümesinin, bölgesel boyut kazanmasının önüne geçilmesini sağlar. Bu sorular sorulmazsa yanlış zamanda ve yanlış varsayımlarla başlatılan bir savaşın istemesek de tarafı oluruz.
***
Belli ki Hamas yöneticileri bu soruların cevaplarını, konjonktürün uygun olup olmadığını düşünmediler. Büyük bir olasılıkla eylemleriyle Türkiye’yi ve Mısır’ı yanlarına çekebileceklerini umdular. İsrail müdahalesiyle Arap halklarını harekete geçirebileceklerini varsaydılar.
Ama yanıldılar. Ne Türkiye ne de Mısır Hamas tarafından rehin alınmaya, siyasetini Hamas yönetimine teslim etmeye razı oldu. Türkiye İsrail’le olan ilişkilerini iyice kopartmak yerine Amerika ve Rusya ile konuşmayı seçti. Ateşkes için Amerika İsrail’i ikna edebilirse, Hamas’ı ikna edebileceklerini söyledi.
Doğru olan da buydu. Bölgenin iki büyük ülkesinin sorumlu davranması gerekirdi. Duygusal refleksler vermek onlara yakışmazdı. Üstelik bölgede yaşananlar yüzünden İsrail-Filistin sorunun tırmanması da lüzumsuzdu. Siyasi yollardan çözüm mümkünken, İsrail BM’de Filistin devletinin tanınmasıyla köşeye sıkıştırılabilecekken askeri yöntemin desteklenmesi anlamsızdı.
Kaldı ki Filistin de Gazze demek değildi. Her ne kadar son yıllarda Filistin sorununu teke indirgemiş olsak, Amerika ve Avrupa’nın Hamas’a karşı haksızlık yapmış olduğunu düşünsek de, sonuçta Batı Şeria diye bir yer daha var ve oradaki yönetim Hamas’ın oldu-bittilerinden hiç mutlu değil...