2015 Seçimleri, yeni bir dönemin başlangıcı için milat olabilir. Bu hem muhalefet hem de iktidar açısından geçerli. Zira eski-Türkiye’nin bakiyesi etrafında ve içerisinde siyaset yapımının kırılacağı, eski-Türkiye ile yeni-Türkiye’ye rahat geçişleri sağlayan son köprü(lerin) de yıkılacağı bir döneme doğru ilerliyoruz.
AK Parti açısından, 2015 Seçimleriyle birlikte sistem tartışmaları dâhil yeni bir döneme girilecek. Yeni bir anayasa hedefi hayata geçerse, vesayet sisteminin ve unsurlarının sebep olduğu çarpıklık düzeltilme imkânı bulacak. 27 Nisan’la AK Parti’nin cumhurbaşkanını seçmesini engelleyemeyen vesayet unsurları, zaten yeterince sorunlu olan sisteme bir kriz daha eklemiş oldular. Seçilmiş cumhurbaşkanı ile oluşan ‘de facto’ durum AK Parti tarafından yönetilebilir bir düzen olmakla beraber, sistemin arızalarını telafi etmek için harcanması gereken enerji sarfiyatı Türkiye’ye ciddi bir maliyet getirmektedir. Hatırlanacağı üzere, başkanlık tartışmalarına kategorik olarak karşı çıkan muhalefet, 2011 sonrası Anayasa Komisyonunda da bu sorun hiç yokmuş gibi davranmayı tercih etmişti.
Bu noktada, dört unsur üzerinden cari sorunun çözülmesi Türkiye’nin lehinedir. Birincisi, siyasi istikrarın korunması ve koalisyon hükûmetlerinden uzak durulmasının en kestirme yolu yeni bir sistem düzenlemesidir. İkincisi, hâlihazırda var olan kutuplaşmanın ortadan kalkmayacağı gerçeğini kabul etmekle beraber; kutuplaşmanın daraltılması da bir tür başkanlık sistemiyle mümkün olabilir. Üçüncüsü, ademi merkeziyetçi bir idare sistemine yargı vesayetinden dolayı bir türlü geçemeyen Türkiye’nin, bu noktadaki sancılarına deva olabilir. Dördüncüsü ise yeni bir idare sistemi bölgemizde önümüzdeki yıllarda yaşanacak jeopolitik radikal gelişmeler karşısında Türkiye’nin reflekslerinin ve hareket kabiliyetinin elastik olmasını sağlayabilir.
Yaşanan başkanlık tartışmalarını salt AK Parti sorununa indirgeyen yaklaşımların şu anki sistemin sorunlarına ve muhtemel kriz alanlarına dair neredeyse hiçbir şey söylemeyip, gözlerini kapatmaları meselenin ortadan kalkmasını sağlamıyor. AK Parti, 2010 Anayasa Referandumundan bu yana, Türkiye’nin idari ve demokratik açıklarını ‘de facto’ siyasi irade ile tazmin etmenin sınırına çoktan ulaştı. Bundan sonrası; ciddi yapısal ve sistemik değişimlerin yaşanması gereken bir dönem. Bunun için yeni bir anayasa şart olduğu kadar, muhalefetin de Türkiye’nin sorunları karşısında müzmin iktidar karşıtlığını aşması gerekmektedir.
Muhalefetin öngörülebilir bir gelecekte iktidar olma ihtimali bulunmuyor. Böylesi bir ihtimalin ortaya çıkabilmesinin öncelikli yolu da, AK Parti ile kurduğu ilişkiden geçiyor. Gelinen noktada, yeni milenyum sonrası yaşanan sosyolojik ve ekonomi-politik transformasyonun ortaya çıkardığı yeni dalga ile imtihandan geçen muhalefet bir karar vermek durumunda. Ya bu dalgayla yel değirmenleriyle savaştan farksız ünsiyetini sürdürmeye devam edecek ya da bu dalga ile paralel hareket ederek öncelikle kendi cemaat(lerin)i aşan bir konuma oturacak.
Ancak bunun sahici olması gerekiyor. Seçilecekleri yan yana getirerek seçecekleri şekillendirmek imkânsız. Yani vitrin düzenlemeleri ile oluşturulan AK Partili kurgu sahnelerin muhalefete kazandıracağı bir şey olmadığı son birkaç seçimde anlaşılmış olmalıdır.
Yeni dalga ile paralel hareket etmenin somut başlıkları ise Çözüm Süreci, yeni Anayasa ve eski Türkiye’nin tortularından tamamen kurtulmak gibi başlıklardan başkası değil. AK Parti’nin 2015 Seçimlerinden de zaferle çıkarak ‘hâkim parti’ konumunu pekiştirecek olması, bir noktada, bu başlıkların kendi tabanı ve toplumun büyük kesimi tarafından satın alınmış olmasından kaynaklanıyor. Muhalefet ise kendi hanesine katacağı her oyu, bu başlıklara ikna olmuş kesimlerden almanın peşinde. Özetle iktidarın, ülke olarak eski-Türkiye elbisesinden tamamen sıyrılmamıza yönelik somut hedeflerine karşın, muhalefetin 2015 sancıları, hem sahici birer dönüşüm yaşamalarını hem de yeni-Türkiye’nin doğumunu geciktiren bir pozisyondan ötesine tekabül etmiyor. Tablo bu iken, muhalefet neyin seçimine gidiyor?