Yurtta ‘marka’ olmak, dünyada ‘marka’ olmak. Kabul görmek. Tercih edilmek. Beğenilmek. Alışkanlık oluşturmak. Nihayetinde marka olmak. Bu işte bir süreç. Uzun, ince, meşakkatli ve yorucu. Nasıl Coca Cola, Apple, BMW, Mercedes bir marka ise Pele, Harley Davidson, THY bir marka ise ABD’de Demokrat Parti, İngiltere’de İşçi Partisi, Türkiye’de AK Parti de birer markadır. Marka olmak aynı zamanda bir kişiliğe sahip olmaktır. İngilizler’in Cameron’u, Fransa’nın Hollande’ı bu anlamda, seçimle gelmiş olsalar bile ‘marka’ değillerdir. Olamamışlardır. Zaman sarkacı dolduğunda sana ‘git’ derler ve gidersin. Ama Obama, bir marka olmayı başarabilmiştir. Merkel de, Putin de. Şimdinin Başbakanı, yarının reis-i cumhuru Recep Tayyip Erdoğan da bir markadır. Etki alanın ne kadar geniş ise kişiliğin ne kadar güçlü ise siyasette bir marka olabilmen de kaçınılmaz. Polonya’dan Lech Walesa, bir zamanların demir leydisi Margaret Thatcher da birer marka idi. Tarih ise bunlardan sadece birkaçını yazar. Tayyip Erdoğan da zamanının en iyisidir, bugünlerin tek markasıdır. Dolayısıyla, adamlar haklı beyler. Diğer adaylar da eşit şartlarda yarışmıyorlar, zira karşılarında ‘bir marka’ var.
Diğer yandan, marka olmak, sıradışı olmaktır. Sıradanların haddi değildir. Rüzgarın estiği yöne göre hareket etmezler, yerleşik alışkanlıklar, statüko veya vesayet marka insanlara göre değildir. Öncelikle, tutarlılık ister. Bazı ekstralara sahip olmalısın. Ekstra dirayet, ekstra direnç, ekstra kabiliyet, ekstra etkileme gücü, hayal gücünde ekstralık ve ekstra vizyon vesair. Markalar ortalığı kasup kavururlar. Diğerlerinin çatısı bu fırtınanın etkisiyle uçar gider. Gelin burada çatıgillerin ağabeyi CHP’den bahsedelim. Kurulduğu zamanın tek olanından. O günden bugüne sürekli güç kaybedenden. 1946’dan bu yana Türk tüketicisinin ona iktidar yüzü göstermediğinden. 68 yıl iktidarsızlıkla geçen bir ömürden bahsedelim. Yahu, sen bu ülkenin duvar ustasıyım de, fayanslarını da ben belirleyip döşedim, kimin hane sofrasına, kimin artıklar sofrasına oturacağına ben karar verdim de; gel gör ki, ülkede çok partili sisteme geçildiği günden beri geçen 68 yıl içinde bir defa bile tek başına iktidara geleme. O kadar iktidarsızsın ki, içinden birini çıkarama! Sürekli ‘evlat edinme’ yoluyla verasetini intikal ettirmeye çalış. Maya nasıl tutsun ki. Marka elbet maya işidir. Çamurlu suyla yoğrulmuş hamurdan bir ekmek çıkmayacağı aşikar. Peki son zamalarda ne yaptı CHP. 30 Mart yerel seçimlerinde kazançlı çıkmak için mübah/meşru olsun olmasın her türlü yolu denedi. Sonuç ortada. Tutunmaya çalıştı ve bir nebze başarılı oldu. Şimdi ise bu seçimlerde de kazanmaya odaklı strateji ve taktik geliştirmeye çalışıyorlar. Tıpkı, ABD’de partilerin son yıllarda kazanmaya odaklı kampanya yürüttükleri gibi. Bundan kopya çekiyorlar. Ancak, anlayamadıkları şu: Demokratlar Cumhuriyetçiler’in, Cumhuriyetçiler de Demokratlar’ın aday profillerine uygun aday belirlemeye ve söylem geliştirme yoluna gidebilirler. Yani zamana ve zemine göre ayar yapabilir. Bu taktikle başarı da elde ederler. Zira her iki partinin de bakış açılarındaki farklılık 45 dereceyi geçmez. Şimdiki durumda ise AK Parti ve çatıgillerin parti görüşleri ve yönetici/aday profilleri arasındaki fark 45 değil 135 derecelerde. Hele hele CHP ve MHP farklı 180. Derecelerde dans.
2014 Cumhurbaşkanlığına aday gösterebilecek kapasitede bir kişiyi yetiştiremeyen veya içindekileri o kapasitede göremeyen partide ne marka kalır ne de...
Durum bu. CHP başka bir bedende, başka bir ruhla vücut bulmak, dirilmek istiyor. MHP kendi kıyafetini çoktan çıkarmış, üryan bir durumda. Bu ilkel kabilelerin ilkel inançları gibi bir şey. Hal böyle iken artık sağın sağ, solun sol olmadığı, siyasetin enikonu düzlem değiştirdiği Türk siyasetinde ‘tek bir marka’ kaldı. AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan. Keşke AK Parti’nin karşısında Türkiye’nin önünü açan katkı payı yüksek siyasi markalar çoğalabilseydi. Bu gemi 80 milyon insanla geleceğe yol alırken, geminin tabanına delik açılmasının fayda vermeyeceğini anlayan bir siyasi zihniyetle geleceği Türkiye’yi daha da vizyon katabilecek, ileri medeniyetler seviyesine çıkaracak daha fazla siyasi marka olabilseydi. İşte o zaman iki şey olurdu. Birincisi Erdoğan’ın dar kalıplarda değil evrensel boyutlarda bir marka olduğu CHP ve MHP’liler tarafından da daha iyi anlaşılır, dolayısıyla biz de daha güzel bir kampanyalara şahit olurduk. Gönül isterdi ki diğer siyasiler marka değerlerini artırabilselerdi. Ama Marka dediğin Sadakat, Yönetim, Azim, Sabır ve Tutarlılık ister.