Aslında bu yazıyı Pazartesi günü yazacaktım, ama, elim varmadı. Çünkü, polemiğe yol açabilecek yazılar başlangıçta zevkli gibi gelebilir, ama, sonra, ‘Keşke o konuya hiç girmeseydim’ dedirtir.
Bu yüzden konuya, aslî ölçü ve ilkelere bağlılık ve kadere teslimiyet açısından yaklaşılacaktır.
***Önce 1-2 nokta..
Tansu Çiller döneminde, DYP’nin Gn. Başk. Yard. olan (em. Valilerden) M. Gönül, 2001’e aid ilginç bir konu aktarmıştı, bir tv. proğramında..
O zamanki hemen bütün partilerden 200 kadar eski veya o zaman da Meclis’de m.vekili olan kişiler, Ecevit başkanlığındaki DSP-ANAP ve MHP koalisyon Hükûmeti’nin artık ülkeyi bütünüyle çöküntünün eşiğine getirdiği içtimaî-siyasî (sosyo-politik) çıkmaz’dan kurtarmak için ortak bir çalışma yapmak sorumluluğunda oldukları üzerinde genel prensipte anlaşmışlar.
Ama, ‘Liderimiz kim olacak?’ deyince, M. Gönül, ‘Tayyib Bey’ fikrini ortaya atmış, davet etmişler..
Erdoğan ve arkadaşları, gelmiş o toplantılardan birine.. Uzun uzuun dinlemiş konuşmaları ve ‘Biz Sn. Erdoğan’ın liderliği altında çalışmaya hazırız..’ demişler. Erdoğan hiç renk vermemiş ve biraz sonra da kalkmış, gidiyor. M. Gönül onu yolcu ederken, Tayyib Bey de, ‘Cevabını en kısa zamanda bildireceğini’ söylüyor.
***Ve, M. Gönül, bir hafta kadar sonra da, ‘AK Parti’nin kurulduğu’ haberini ekranlardan dinler ve görür ki, o 200 kişiden hiç kimse yoktur, bu yeni partinin kurucuları arasında.. Ve, ‘Demek ki, biz ona güvenmiştik, ama, o bize güvenmemişti.’ der.
Şimdi, bugünkü siyasetçiler arasından kaç kişi, o kadar büyük ve etkili siyasetçinin, ‘Sen liderimiz olarak başımıza geç!’ teklifine ilgisiz kalır ve ‘müthiş bir fırsat!’ nazarıyla bakıp balıklamasına dalmaz?
Kişinin kendi aslî ölçü ve ilkelerine göre davranması böyle bir şeydir.
***Aynı Tayyib Bey, 1991 Seçimleri’nde de İstanbul’dan m.vekili seçilmiş, mazbatasını alıp Ankara’ya gitmiş; ama, oraya vardığında mazbatası ibtal edilmişti. Çünkü, bir başka kişinin, tercihli oylarla, onu geride bıraktığı anlaşılmıştı.
Erdoğan bir tv. programında bunu hatırlatmış ve ‘ O zaman Meclis’e gitseydim, belki de Meclis tartışmaları arasında eriyip giderdik. Döndüm İstanbul’a, RP’nin İl Başkanı, sonra da İstanbul BŞ. Beld. Başkanı olduk ve sonrası.. Kader ağlarını sizin isteğinize göre örmüyor..’ demişti.
Bu da, ‘Geceyi onaran bir mimar vardır, /Kaderin üstünde kader vardır’ inancının potasında erimek ve teslimiyet hali..
***Bunları hatırlamak da faydasız olmasa gerek..
Asıl özellikleri sorulduğunda ‘Müslüman’ kimliği en öne çıkan bazı arkadaşlar var, siyaset hayatında.. Onların eğitim seviyeleri, zekâları ve inanç hassasiyetleri, karakterleri ilgi çekmiş; yine aynı inanç kimliğine mensup daha üst yetkililerce değerlendirilmiş.. Böyleleri, hiç beklemedikleri ve başkalarınca da beklenmedik yerlere, iç bünyesinde fazla bir özel faaliyetleri olmadığı siyasî mekanizmaların etkili yerlerine paraşütle getirilmişler.. Böyleleri tek kişi de değiller. Getirildikleri yerlerde güzel hizmetlerde de bulundular genel olarak.. Ama, insanlık hali, görüş farklılıkları veya nöbet değişiklikleri sözkonusu olunca.. Öyle bir ‘husûmet’/ düşmanlık sergilenmeye başlandı ki, tanınmaz hale geldiler. Birer sıradan ilkesiz politikacı ve fırsatçı oluverdiler.
***Bunlardan en ünlüsünün, başında bulunduğu yeni siyasî hareketin İstanbul- Esenler ilçe kongresinde yaptığı uzuun konuşmasını dinledim geçen gün.. ‘Filânı eleştirdi..’ diye değil, bizzat kendi şahsiyetine yakıştıramadığım için elem duydum. Çünkü, bir hizmet siperinden ayrılırken, ‘…son nefesime kadar vefalı kalacağım, hiç kimse benim ağzımdan, benim dilimden, benim zihnimden (… -onun-) aleyhine tek bir söz duymayacak’ gibi, manifestovarî sözlerini unutmuştu.. Ya, o sözleri baştan söylemeyecekti; ya da, bedelinin kendi şahsiyetini ayaklar altına atmak olduğunu göze alacaktı.
Kişiye en büyük zararı kendisi verir denilmiştir. Üzgünüm..