Son haftalarda PKK patentli terör eylemleri ivme kazanınca gözler konjonktüre, Türkiye’nin Suriye ile olan ilişkilerinin niteliğine, Kürecik’teki radar istasyonu sonrası İran ile yaşanmaya başlanan gerilimlere çevrildi. Şiddeti anlamlandırmak isteyen pek çok kanaat önderi tırmanmadan Suriye’yi, bazıları da İran’ı sorumlu tuttu.
Pek çokları da Türkiye’nin Suriye politikasını eleştirdi. Dış politikanın mimarı Davutoğlu bir kez daha eleştirilerden nasibini aldı. Kürt sorununun çözümünü, Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen yazarlar da bol bol hedef gösterildi. Şiddetin yarattığı gerilim eski reflekslerin hortlamasına, kalemle silahın bir tutulmasına yol açtı.
***
Bu ortam da aslında PKK’nın zihinlerde aklanmasına ama aynı zamanda bir aktör olarak görülmemesine neden oldu. Siyasetin aracı olarak şiddet kullanımı farkında olmadan meşrulaştırıldı. İnsanlar suçlu olarak PKK’yı değil Hasan Cemal’i, Ali Bayramoğlu’nu, AK Parti iktidarını, Baas liderliğini ya da İran Genelkurmay Başkanı’nı gördü.
Zannedildi ki Kürt sorunu çözülsün, Türkiye demokratikleşsin diyenler yazmasa, birileri Oslo veya başka bir yerde PKK liderliğine yakın isimlerle konuşmasa, Ankara Suriye muhalefetini desteklemese örgüt şiddete başvurmayacak, kurtarılmış bölgeler yaratmaya çalışmayacak, bugün belki Tahran’dan, belki Şam’dan aldığı desteği başka bir yerden almayacak.
***
Kafamızı kuma gömmeyelim. Şiddetin sebebi belli. Başkalarını suçlayarak, sorumluluğu tali aktörlere yükleyerek bu sorunu çözemeyiz, PKK teröründen kurtulamayız. Evet, PKK’nın konjonktürden yararlandığı doğrudur. Pek çok ülke silahlanmasına doğrudan veya dolaylı destek vermektedir. Ama sorun PKK’nın kendisidir.
PKK yeni bir strateji benimsemiştir ve Arap dünyasındaki kalkışmaların benzerini Türkiye’de sahneye koymaya çalışmaktadır. Hakkâri’de kurtarılmış bölge yaratmaya, sivil halkı çatışma içine çekmeye, İzmir’de ise Kürt-Türk çatışmasının tohumlarını ekmeye gayret etmektedir.
PKK’yı eli kanlı caniler ordusu olarak görebilirsiniz. Ancak kabul etmeniz gerekir ki, PKK aynı zamanda çok etkin bir askeri ve siyasi güçtür de. Şiddeti tesadüfî değil stratejiktir. Pek kimsenin de maşası değildir. İran ile ittifak yapmış, Suriye rejiminden destek almış olabilir.
Desteğin kesilmesi, ittifakın çökertilmesi PKK’ya karşı olan mücadelede yararlı olur. Ama yenilmesi için PKK’nın bir aktör olarak kabul edilmesi, savaştığımız bir hasım olarak görülmesi şarttır. Şiddetin nedenini başka yerde ararsak, gerçekleri göremezsek çözüm üretemeyiz.
Nasıl ki her savaşta askeri güç kadar strateji, yani akıl gerekliyse bunda da gereklidir. Nasıl ki her savaş bir barış antlaşması ile bitiyorsa bunun da öyle biteceği şimdiden düşülmelidir. Nasıl ki savaşlar topyekûn olmadığı takdirde akılların kazanılmasıyla sona eriyorsa bunda da aynı şeyin olacağı hesaba katılmalıdır.
Türkiye PKK’ya karşı tabii ki askeri tedbir alacaktır. Fakat asıl tedbiri siyasi alanda almak, PKK’nın güç ve meşruiyet kazanmasını engelleyecek önlemleri bir an önce hayata geçirmek zorundadır. PKK strateji değiştirmiş olabilir. Şiddeti artık pazarlığın aracı olarak da göremeyebilir.
***
Dün Yalçın Akdoğan’ın köşesinde yazdığı gibi PKK şahinleri tek yol silah diyerek devrimci halk savaşlarından netice almayı hayal ediyor da olabilirler. Ama onların şiddeti alan hâkimiyeti için seçmiş olması, bizim onların oyununa düşmemizi gerektirmez.
Türkiye şiddeti açıkça değilse bile bulunduğu konum gereği dışlayan herkesle konuşmak, siyaseti, diplomasiyi ve diyaloğu şimdi daha da önemsemek durumundadır. AK Parti iktidarı nasıl ki PKK’nın TBMM açılışını kendisine dikte ettirmesine izin vermiyorsa, siyaset biçimini dikte ettirmesine de izin vermemelidir.