Cumhuriyet’i kuran siyasi hareketin CHP (CHF) olduğuna kuşku yok ve CHP’nin yakın dönem siyasal tarihimizde ilginç bir yeri var.
İlk genel seçimler olarak kabul ettiğimiz 1950’den sonra CHP’nin karşısına hep yeni partiler çıkıyor, bu yeni partiler, bir-iki senelik partiler, Demokrat Parti, Adalet Parti, ANAP daima CHP’ye fark atarak seçim kazanıyorlar ama kısa süre sonra detaylarını çok iyi bildiğimiz nedenlerden silinip gidiyorlar, yerine yeni bir parti daha geliyor, o da CHP’yi yeniyor ama CHP kurumsal yapısıyla ve iktidara yetmeyen oy oranıyla, küçük bir ara dışında, dimdik ayakta.
2000’li yıllarda AK Parti ve Erdoğan fenomeni devreye giriyor, yüzde elli oy alıyorlar, CHP yine ayakta ama yine iktidar yok, oylar yine yüzde 25 dolayında.
1950’den günümüze CHP bir türlü tek başına iktidara gelmeden kurumsal varlığını hep sürdürüyor ama karşısına çıkan, CHP’yi hezimete uğratan sağ/merkez sağ/muhafazakar-demokrat partiler ve liderler hem kazanıyorlar, hatta futbol tabiriyle sürklase ederek kazanıyorlar ama kısa vadede siyasi hayattan siliniyorlar ama yerine yenisi geliyor ve bu yeni parti sistemin en köklü partisi olan CHP’yi yine açık farkla geçiyor, iktidar oluyor ama sonra yine silinip gidiyor.
Demokrat Parti-Menderes’in (darbeyle gitti), Adalet Partisi-Demirel’in (darbeyle gitti, geldi, DYP oldu, DYP silindi gitti) ANAP-Özal’ın (ANAP’ın kendisi silindi, Özal’ın sonu malum) hikayeleri bu.
Bir siyaset bilimci çıkıp AK Parti-Erdoğan da yakın vadede silinip gidecekler derse çok şaşırmam, bu sonuç yakın tarihimizin modeline uygun.
Ancak, muhakkak olan AK Parti sonrası yeni bir sağ-merkez sağ-muhafazakar-demokrat partinin kurulacağı, yeni bir sağ liderin çıkacağı, CHP’yi yine sandıkta ezerek iktidar olacağı.
Bu yeni partinin de ömrü ne kadar olur bilemem ama CHP yine muhalefette kalacak, yine yenilecek.
Bu ilginç döngüyü nasıl açıklamak lazımdır, neden seçim kazanan partiler bir süre sonra silinip gidiyorlar, yerine yenisi geliyor, o da seçim kazanıyor, o da gidiyor ama CHP seçim kazanmadan kurumsal varlığını hep sürdürüyor, bu konuyu iyi düşünmek şart.
Bu işin açıklamasını siyaset bilimcilere bırakabiliriz ama benim amatörce kanım geniş kesimlerin toplumsal beklentileri ile rejimin (ne demekse) uyumsuzluğu, seçim kazanan yani seçmen çoğunluğunu tatmin eden siyasa üreten partilerin sistem tarafından darbeler ya da başka mekanizmalarla, mesela parti kapatma davaları ile sistem dışına itildiği, ya da rejimle barışarak silindikleri (DYP, Mesut Yılmaz ANAP’ı), rejimle uyumlu CHP’ye ise seçmenin hiçbir zaman teveccüh göstermediği doğrultusunda.
AK Parti sonrası da, bu tabiri yadırgamayalım, bu sürecin aynı böyle işleyeceğini, yeni bir muhafazakar-demokrat partinin ve liderin sistemin demirbaşı CHP’yi yine hezimete uğratacağını görür gibi oluyorum.
Bu sıfırlanıp-yeniden doğma ve CHP’yi yine hezimete uğratma döngüsünün de bir biçimde kırılması lazım; bu döngünün kırılması da rejimden güçlü bir iktidar, rejimden güçlü küresel ilişkiler gerektiriyor, bu açıdan AB hedefi değişik bir hedef olmalıdır muhafazakar-demokrat partiler için.
AK Parti yönetiminin rejimden güçlü bir iktidar olma hedefini çok ciddiye alması lazım.
Yukarıda ana hatlarını vermeye çalıştığım döngünün kırılması için de yine rejimden güçlü küresel ilişkiler konusu da rejimden güçlü iktidar olma hedefinin olmaz ise olmazı.