Yurdum insanının hadiseler karşısındaki davranış kalıpları, insana mizahtan başka bir yol bırakmıyor ne yazık ki. Biz de bugünkü hakikatleri mizah diliyle anlatmayı uygun gördük.
Dindeki ihtilafları, bu ihtilafların nelere sebep olduğunu biliyoruz. Hala devam ediyor üstelik. Gün yoktur ki din ile ilgili yeni bir tartışmaya şahit olmayalım. Kadim mezhepler, tarikatlar, ekoller kesmiyor artık. Her gün apartmanların merdiven altlarından yeni mamul hocalar sürülüyor piyasalara. Alıcısı çok tabi ucuz malzemenin.
Son yıllarda özellikle pandemi sürecinde tıp ve her seferinde büyük yıkımlara yol açan deprem de ülkemizin demirbaş ihtilaf konuları haline geldiler. Gerçi tıp meydan savaşları halihazırda sakinleşmiş görünüyor. Ama deprem savaşları, depremle ilgili ihtilaf konuları kadim tartışma konumuz din mevzusunu bile gölgede bırakacak duruma gelmiş. Neticede deprem kuşağı diye bir şey var, değil mi ama.
Pandemi günlerini hatırlıyorsunuzdur. Günde en az beş vakit iyi gelen ilaçların listesi değişirdi. Her doktor farklı bir mezhebin imamı gibi her gün farklı hükümler veriyordu. Mesela bazı ilaçlar zinhar haram, bazısı farz, bazısı sünnet, bazısı mendup oluyordu. Caiz ve zinhar caiz olmayan ilaçların listelerini takip etmekten gözlerimiz bozulmuştu. Allah sizi inandırsın, şu gözlükleri o süreçte aldım. Tam tedavi süreci istikrar bulmuştur diye düşünürken, pat diye bir başka uzman çıkar, listeyi yeniden güncellerdi. Bu sefer başımız dönerdi değişimin hızı karşısında. Dün haram olan kesin farza, dün sünnet olan da tahrimen mekruha dönüşüyordu. Ağzını, burnunu maske ile kapatmayanlar, cünüp muamelesi görüyordu "siyasal koronacılar" tarafından. Korona mezhepleri oluşmuştu. Mezheplerin altında tarikatlar, tarikatların da müritleri vardı. Hatta doğa dinlerine dönüşü savunan sapkınlar gibi doğal ilaçlarla kafayı bozanlar bile çıkmıştı. Çamaşır suyu içenler veya benzin yutanlar tarikatı o günlerin belli başlı tarikatlarıydı. Bazı mezhepler sokağa çıkmanın kesinlikle haram olduğunu söylerken, bazı mezhepler sokakları terk etmenin cehennemlik bir günah olduğunu söylüyordu. Cehennemde yanmamak için sokağa çıkan nice bilimsel gavur öbür mezhebin "bilimi bütün" mensuplarından dayak yemişti nitekim. Bu yaptığınız pandeminin kutsal kitabı "Korona"da yok diye.
Şimdi de deprem mezhepleri oluşmuş. Bu mezheplerin her biri farklı bir fay üzerinden gidiyor, her an çatlayabilir tedirginliğiyle tabi. Bir mezhebin fay dediğine öbürü "yay", bir başkası da "vay!" diyor. Aynı fay üzerinde ittifak ettiklerine henüz tesadüf etmedik. Kiminin fayı uzayıp giderken, kiminin fayı alabildiğine kısa. Kimisi de bu söylenenlerin hiçbiri "bilim kitabında yoktur" diye kestirip atıyor. Depremin olup olmayacağı konusunda üç akredite mezhep öne çıkmış bulunuyor. Şengörcüler, Üşümezsoycular ve Görürcüler. Biri daha çıksa dört akredite mezhep tamamlanacak ama henüz ontolojisini tamamlamış başka mezhep görünmüyor ufukta. Bir tanesi var gerçi, "beni de katın aranıza, ben de akredite olayım, depremin kutsal kitabı çarpsın ki ben de bilimselim" diye zorlasa da "senin fay hattın bu memleketten geçmez" diye dışlanıyor. Henüz sismolojinin altın çağına, depremsizlik zamanlarına dönelim diyen radikaller çıkmadı, o başka.
Bizim küçücük hanemizde bu mezheplerin hepsinin bağlıları, müritleri var. Akşam olunca, "Şengör Hocaefendi demiş, deprem geliyor, dışarı çıkalım" derken biri, bir başkası "Üşümezsoy Hazretleri fay may kırılmayacak kardeşim, tehlike geçti, demiş. Ondan iyi mi bileceksiniz. Baksanıza adamın taş gibi pazıları var. Velhasıl oturun oturduğunuz yerde" diyor. Hocaefendiler arasında bir ittifak gerçekleşmezse, korkarım bizim küçücük hanemizde ortaçağın din savaşlarını andıran mezhep savaşları çıkacak. Bu gidişle "deprem öldürmez, siyasal depremciler öldürür" diyeceğim.