Kim halkın oyuyla seçilip, bu ülkeye büyük hizmetlerde bulunmuşsa ‘diktatör’, ‘hırsız’, veya ‘vatan haini’ suçlamaları ile mutlaka karşılaşmıştır. Örneğin, Adnan Menderes. Rahmetli Menderes, Türkiye tarihinin demokratik yollarla seçilmiş ilk başbakanıdır. Katıldığı tüm seçimlerde partisi % 50’den fazla oy almıştır. 1954 seçimlerinde ise Menderes’in partisi halkın % 57’sinin desteğini alarak, kırılması güç bir rekora imza atmıştır.
İşte bu Menderes’i bile birileri ‘diktatör’ olmakla suçlayabilmiştir. Tek Parti dönemine toz kondurmayan, dünyanın en klasik askeri darbelerinden olan 27 Mayıs’ı ‘devrim’ olarak nitelendirebilecek kadar küçülen aynı kişiler, ülkeye hizmetleri anlatılamayacak kadar çok olan Menderes’i diktatörlükle ve vatan hainliği ile suçlayabilmişlerdir. Aynı zamanda Kurtuluş Savaşı gazisi de olan Adnan Menderes, ne yazık ki kazandıkları bir tek savaş bile olmayan askerler tarafından alaşağı edilmiş ve ardından da arkadaşlarıyla birlikte asılmıştır.
***
Turgut Özal da halkın büyük desteğiyle işbaşına gelmiş ve adeta Türkiye’nin çağ atlamasını sağlamış bir siyasetçidir. Cumhuriyet tarihinde pek çok alanı Özal öncesi ve Özal sonrası olarak değerlendirmek mümkündür. Özal, başarılı başbakanlık yıllarından sonra Cumhurbaşkanı adayı olunca malum çevreler kendisini ‘diktatör’ olmakla suçladılar. Oysa Özal’ın Çankaya Köşkü’ne seçilmesiyle birlikte Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir sivil, cumhurbaşkanı oluyordu. Belki de hazmedilemeyen buydu... Biliyorsunuz, Özal’ı önce kurşunladılar, öldüremeyince de zehirleyerek bedeninden kurtuldular.
Menderes’in ve Özal’ın bedenini yok edince fikirlerinden de kurtulacaklarını sananlar çok yanıldılar... Yanıldılar, çünkü Menderes ve Özal öldürüldükten sonra fikirleri çok daha güçlü bir şekilde siyaset sahnesine geri döndü. Diktatör olmakla, vatan haini olmakla suçlananların fikirleri halkın daha çok desteğiyle yeniden iktidar olurken, halk darbeci, cuntacı ve tek partici anlayışları hep cezalandırdı. Sözde aydınlarımız çoğu kez yanılsa da halkımız, bir diktatörle bir demokratı her zaman birbirinden ayırmasını çok iyi bildi.
***
Şimdi karşımızda 12 yıldır iktidarda olan bir parti var. Bu parti beğenelim, beğenmeyelim girdiği her seçimi kazanmış, iktidarda geçen uzun süreye rağmen her seferinde halkın desteğini daha fazla almasını bilmiş bir partidir. Aldıkları oy oranı neredeyse % 50... Her şeyi tartışmak mümkün, ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a olan açık halk desteğini tartışmak imkânsız.
İşte bu ortamda bir Türkiye klasiği yeniden karşımıza çıkıyor ve rekor halk desteğine sahip olan Erdoğan da, tıpkı Menderes ve Özal gibi ‘diktatör’ olmakla suçlanıyor. Aynı bağlamda Hükümet’e yöneltilen bir diğer eleştiri de ‘seçilmişler vesayeti’ kurmak. Silahlı ve silahsız bürokrasinin vesayetine karşı hiçbir şey yapmayan, tam aksine o vesayetin en büyük destekçisi olanlar bugün seçilmişlerin vesayet kurduğunu söyleyerek kelime oyunu yapıyorlar, aklımızı karıştırmaya çalışıyorlar.
‘Seçilmişler vesayeti’ ile ‘demokratik diktatörlük’, ‘faşist liberal’ veya ‘dindar ateist’ gibi uydurma kavramlar arasında hiçbir fark yoktur. Birbirine en zıt kavramları yan yana getirmenin amacı akılları bulandırmak ve lidere olan halk desteğini kırıp, sonra da halkın gerçek temsilcilerini ipin ucunda sallandırmaktır...
Elbette seçilmişler de hata yapar. İyi işleri gibi Menderes, Özal ve Erdoğan’ın da pek çok hatası oldu. Fakat 1950’den bu yana bu ülkede iki yıl olmadan bir seçim yapılıyor. İşin güzelliği de burada zaten. Beğenmiyorsanız seçmezsiniz, olur biter...