MÜSİAD ABD Başkanı Mustafa Tuncer'in düzenlediği iftar programı New York'ta bir Türkiye buluşmasına dönüştü. Yeni Genel Başkan Abdurrahman Kaan Bey'e başarılar dilerim.
Gurbette toplanmamıza vesile olan Mustafa Tuncer kardeşimi iftar öncesi dinlerken, ruhum 28 Şubat'ın sert ve kahırlı günlerine uçtu gitti. Mustafa Bey'in yengesi Dr. Ferhan Hanım da başörtüsü yasakları yüzünden Tıp Fakültesindeki eğitimine devam edemeyen kız kardeşlerimizden sadece birisiydi... O kederli günler geride kaldı ama bizler için bir daha yaşanmaması duasıyla önemli tecrübeleri de kazandırarak...
Müsiad USA'nın hedeflerinin başında Türkiye ve ABD arasındaki politik, sosyokültürel ve ekonomik ilişkilerde problem çözümü ve olumlu katkı sağlamak var... Benim ve akran kuşağım içinse Amerika, bir protesto pankartı, itiraz megafonu, oturma eylemi, gözaltıdır. Mütedeyyin kesimin değişen sosyolojisi anlamında bu fark aynı zamanda.
Açık konuşayım, kimsemiz yoktu 28 Şubat'ta...Diğer maruz kaldığımız darbeler gibi 28 Şubat Darbesini de askeri cunta tertip etmişti. Ve yine diğer darbelerde olduğu gibi askeri cuntanın ''elkoyma'' işini sivil uzantıları ikame ediyordu... Adına ''Silahsız Kuvvetler'' denen ve güya sivil oldukları iddia edilen kurumlar idare ediyordu ''28 Şubat darbesi''ni... Tarihte pek rastlanmayacak türden bir darbe konsorsiyumu ile karşı karşıyaydık, hem TÜSİAD gibi patronlar çatısı, hem işçi ve işveren sendikaları darbenin yanında yer almışlardı. YÖK ve üniversiteler, medyalar, Yargı da darbenin her toplumsal kademede ikamesi için kolları sıvamışlardı...
Bizim için bu acılı deneyimden sonra biz, yani darbe mağdurları ''kimseli'' olmayı çok önemsedik. Mütedeyyin kesimin 2000'lerin başında acilen ve tüm Türkiye'ye yaygın sivil toplumculuk atağı bu yüzden rastlantısal değildir. Hatta yasaklar yüzünden yurtdışında sivil örgüt çatıları kurmak gereksinimi de buradan neşet etmiştir.
Yurtdışındaki STK'lar dendiğinde sadece Türkiye'deki anti demokratik koşullar sebebiyle kurulmuş savunma maksatlı çatıları işaret etmek haksızlık olur. Türkiye'nin tanıtımı, uluslararası iyi ilişkiler, devlet dışı yumuşak diplomatik, barış diplomasisi gibi değişik isimler altında kurulan çatıların hepsini elbette önemsiyorum. Çünkü yurtdışındaki bu tür sivil gruplar adeta birer gönüllü elçiliğimiz gibi vazife görüyor. Son 12 yıldır büyükelçiliklerimizin yüzü gülmeye başladı, geçmişte varlığı neredeyse teamül olarak kabul görmüş çatık kaşlı, halktan kopuk, yüksek duvarlı ve yıldırıcı diplomasiden tedricen vazgeçildi. MÜSİAD iftarında New York Konsolosumuzu dinlerken bunları düşündüm...
Mustafa Tuncer konuşmasında ''ülkemizi müdafaa'' etmek kaygısından bahsetti. 15 Temmuz şuurunun canlı izdüşümü adeta. Onun heyecanlı ifadeleri aynı zamanda Türkiye aleyhtarı girişimlerin menbaı olan FETÖ'nün merkezinden yükselen bir feryattı. Nitekim ''Forum USA'' adıyla neşrettikleri gazetelerinde Cumhurbaşkanımızın ABD ziyareti öncesinde FETÖ'nün Kongre üyelerine yolladığı skandal mektupları haberleştirmişler. Sadece hıyanet değil, utanç verici bir yalan patlamasıyla yüz yüze anlayacağınız buradaki Türkiye toplumu...
Amerikan Basınında konuşulanlar: Trump'ın başa geçer geçmez uygulamaya koyduğu bazı ülkelere dair seyahat yasağı Hawai Fedaral Yargıcı tarafından süresi askıya alındığı için Başkan ciddi bir yargı engeli yedi. Başkanlık seçimlerinde Rusya'nın siber saldırısı aracılığıyla Trump lehine sonuç çıkarttığı iddiası da kabul görmüşe benziyor. Michael Flynn'in istifasıyla ve kamuoyuna açık sorgusuyla kopan skandal da cabası. Burada 2. bir Nixon hezimeti yaşanır mı sorusu çok sık tekrarlanıyor. Meksika sınırına duvar çekme gibi aklaseza tahammülfersa iş 2017 yılı bütçesinde karşılık bulamayınca Trump küplere bindi...
Geçen yazımı; statik, durağan, devletleşmiş sivil toplumu eleştirerek bitirmiştim. Bu ifademde kırılacak küsecek bir anlam yok. Ruhu, ihtisasın önünde sayan birisiyim. Kullandığımız kavramların arkeolojisine bakmadan, nasıl neşet ettiklerini, bizim dünyamıza hangi koşullarda girdiklerini gözetmeden kolayca kullanmak taraftarı değilim... Son iki yıldır kurum iftarlarına zaten katılmıyorum. Mustafa Tuncer'in hikayesi ve mücadelesi ise tabii ki kayda değer...