"Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar."
Ne güzel bir söz değil mi?
Yani... hakikat güneşi, gerçekler, fikirlerin çatışmasından doğar.
Bugün bu felsefeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Açık söyleyeyim, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın vurguladığı "ideolojik saplantılardan" çok çekiyoruz.
Özellikle muhaliflik adına batının gettolarından devşirdikleri kakafonik sözleri dayatanlar yok mu!..
Kendi haberleşme uydusunu üreten on bir ülkeden biriyiz ne var ki, iletişime kapalı bir güruh ülkeyi yankı odasına çevirmeye çalışıyor.
Son zamanlarda çok duydunuz belki ama... ben de söylemesem olmaz.
Türkiye'nin gerçek bir muhalefet sorunu var.
Hele hele seçilmiş hükümete cunta diyecek kadar fikir aymazı olan CHP tam bir depresif sorun.
Kendini, fikirlerini bu ülkenin değerlerine karşı konuşlandırmış kişilerden muhalif olur mu?
Onlara komprador aydın, komprador siyasetçi yani emperyalizmin taşeronu denir ancak.
Neyse, bazen "suimisâl misâl değildir" diyerek, onları yankı odalarındaki gürültüyle başbaşa bırakmakta fayda var.
Bunun yerine...
Kendi otonomisini ülkenin geleceği ile örtüştüren ve batıya karşı konuşlandırmış sahici seslere daha fazla kulak verirsek hem umudumuzu güçlendiririz hem de ruh sağlığımızı koruruz.
Geçen Cumartesi günü Sosyal, Ekonomik ve Teknolojik Araştırmalar Merkezi SETAM'ın 14. Geleneksel Değerlendirme toplantısında konuşmasını dinlediğim Prof. Dr. Mete Gündoğan bu sahici seslerden biri.
Ben konuşmayı dinlerken heyecanlandım, çünkü, ideolojik saplantıların, sloganların ötesinde ayakları yere basan, bugünkü politikalara karşı sahici, sistemsel şerhler içeren ve fakat günün sonunda bu toprakların yarınına bakan teklifleri dinledik.
Bence okuyup üzerine düşünmeli, temin edebilerseniz konuşma "Kırmızı Kitap" adıyla basıldı. Muhtemelen SETAM'dan ulaşabilirsiniz.
Hoca diyor ki... "çok kutuplu bir dünya doğuyor ve eğer, bu yeni düzenin kurucuları biz olmazsak, başkalarının düzeninde figüran oluruz."
Evet... son zamanlarda en çok konuşulan konulardan biri bu.
Herkes cari sistem içinde düşünmeye devam ederken, hoca, paradigmal hatta devrimci bir dönüşüm çağrısında bulunuyor.
Onun için küresel finans elitlerinin tahakküm aracı olan borca dayalı para sistemine karşı faizden ve ranttan arındırılmış ekonomi ile bağımsız para politikası bunun ilk şartı diyor.
Ben de bu konunun ciddi anlamda tartışılmasının ekonomimizin bağımsızlığı, hatta siyasetin egemenliği açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Özellikle vergi politikası, para politikası ve kredi yaratımının kontrolünü hükümetin elinden alıp ticari bankalara devrederek borç ekonomisine süreklilik kazandıran merkez bankalarının işlevinin masaya yatırılması gerekiyor.
Kimilerinin hoşuna gitmedi bu ifade biliyorum ama, krizdeki ekonomide millileşme ve bağımsızlaşma açısından özellikle batıda bu konu ciddi ciddi tartışılıyor.
Hocanın "parayı yeniden tanımlamak" teklifi ile kurumsal dönüşümü birlikte ele almak gerekiyor.
Bu yeterli mi?
Elbette hayır...
Topyekûn bir dönüşüm için jeo-ekonomik, jeokültürel ve jeopolitik dönüşümü de düşünmek zorundayız.
Konjonktür zaten bunu zorunlu kılıyor.
Reel politik çerçevede gereklilikler de yerine getiriliyor.
Bağımsızlık noktasında büyük adımlar atıldı, egemenlik noktasında da ciddi mesafeler kazanıldı.
Bir adım sonrasını da düşünmek zorundayız bu saatten sonra.
Yani, Afro-Avrasya jeopolitik denklemin kalbinde oturan Türkiye'yi tarihin merkezine oturtmak için rantçı ve faizci kapitalist sistemden kopuş yolunu bulmak en büyük ödevimiz bana göre.
Onun için Mete Gündoğan hocanın gerçekçi teklifleri çok kıymetli.