Son günlerde şahit olduğumuz İran-Pakistan arasındaki Beluci merkezli gerginlik, herkese haklı olarak "sırası mıydı şimdi?!" dedirtti. Maalesef Müslüman ülkeler, Gazze'deki gibi büyük felaketler yaşanırken bile, emperyalistlerin aralarına serpiştirdiği uyduruk çelişkileri aşmayı, en azından ertelemeyi beceremiyorlar. Demek ki buna göre kurgulanmışlar.
Beluciler ile Kürtler birçok açıdan birbirlerine benziyor. Bazıları aralarında etnik bir akrabalık olduğunu dahi söylüyor. Ama benim dikkat çekeceğim benzerlik, her iki halkın da yaşadıkları coğrafyanın, üç dört ülkenin sınırlarının içinde yer alması. Farklı sınırlar içinde yaşamak o kadar önemli bir sorun değil tabi. Asıl sorun, sınırları içinde yaşadıkları devletlere, egemen rejimlerin, tabiatlarına aykırı kimlikleri, konumları dayatmasıdır. Her iki halk da bundan rahatsız. Sınırları içinde yaşadıkları ülkeler de rahatsızlıklarından rahatsız.
Bu iki halkın bir benzerlikleri de, yaşadıkları sorunlardan, sınırları içinde yaşadıkları ülkeleri, hatta bir kısım halkları sorumlu tutmaları. Sınırları içinde yaşadıkları ülkeler ve halklarının bir kısmı da neredeyse başlarına gelen bütün maddi ve manevi felaketleri onlardan biliyor. Kimse de mevcut durum oluşmadan önce, bölgedeki bütün halklar şu veya bu şekilde, şu veya bu devletin sınırları içinde bir arada barış içinde yaşıyorken ve ciddi bir sorun yaşamazken, neden şimdi en azından rahatsızdırlar, diye sormuyor. Oysa bu durumun oluşmasında ne Beluciler ile Kürtlerin, ne de sınırları içinde yer aldıkları ülkeler ile o ülkelerin halklarının herhangi bir dâhili yok. Ne olduysa, Batı medeniyetinin dünyanın dizginlerini ele alması ve dünyayı kendi çıkarlarına göre şekillendirmesi ile oldu.
Ancak Belucilerin ve Kürtlerin sınırları içinde yaşadıkları ülkelerin, özellikle uzun tarihleri ve imparatorluk tecrübeleri olan Türkiye ve İran'ın, mevcut durumun oluşmasında değilse bile, bu durumu bir veri kabul edip ilelebet sürdürme azminde olmaları nedeniyle önemli oranda hatalı oldukları söylenebilir. Emperyalistlerin önlerine koyduğu mevzuatı aşılmaz bir din gibi algılamaları ve onun dışında bir çözüm aramamaları, aranmasının teklif edilmesini dahi yasaklamaları bu rahatsızlığın büyüyerek sosyolojik, ekonomik, ahlaki, tarihsel ve askeri bir sorun haline gelmesine neden olmaktadır çünkü. Belucistan'da son zamanlarda yaşanan hadiseler bunun somut göstergesi.
Belucistan, İran, Afganistan ve Pakistan arasında üçe bölünmüş yekpare bir coğrafya. Her üç ülkenin de sınır uçlarında yer alıyor. Bu yüzden söz konusu devletlerin "sinir uçları" konumunda olduğu söylenebilir. Bu sınırları çizenlerin, günün birinde bu "sinir uçları"na dokunarak bir takım çıkarlar elde etmeyi, en azından söz konusu devletlerin kendi içlerine yoğunlaşmalarını sağlamayı planladıkları açık. Nitekim bugünlerde Gazze'de gerçekleştirdiği katliam nedeniyle, İsrail üzerinde yoğunlaşan uluslararası baskıyı azaltacak, dikkatleri başka bir tarafa çekecek bir enstrüman olarak kullanıldı, bu çözülemez, çözülmesi dahi teklif edilemez sorun. Önce İran, Pakistan sınırları içindeki "ayrılıkçı"ları, ardından Pakistan, İran sınırları içindeki "bölücü"leri vurdu. Bir savaşın çıkması ihtimalinden söz ediyor ekranlardaki çubuklu uzmanlar.
Bu arada her iki tarafta vurulan "terör" karargâhlarının kerpiçten olması hususuna uzmanlar henüz çubuk basmadılar. Bugüne kadar yaşanan tecrübeler sonucu, hassas "sinir uçları"na sahip ülkelerin böyle bir provokasyona mahal vermemek için hassasiyeti giderecek makul, meşru, insani, İslami çözümler bulmaları gerekirdi diyen de çıkmıyor. Çünkü Batılı efendiler, ülkelerin önüne aşılmaz, aşılması teklif dahi edilmez mevzuatlar koydukları gibi, aydınların zihinlerini de Batılı kavramlar mezbelesine çevirmişler.