Gerhard Schröder, Avrupa sosyal-demokrat hareketinin son dönemde yetiştirdiği nev’i şahsına münhasır karakterlerden biri...
Çukurova Genç İşadamları Derneği (Çukurova GİAD), geçtiğimiz günlerde çok akıllı bir iş yaptı ve geleceğin enerji metropollerinden biri olma yolunda adımlar atan Adana’ya, Schröder’i konuşmacı olarak çağırdı. Çukurova GİAD, 21 yıldır
“Bilgi Güçtür” başlığı altında bu toplantıları düzenliyor ve önemli isimleri davet ediyor. Schröder, özellikle Rusya ile Almanya’yı Baltık Denizi üzerinden “enerji ortağı” yapan Kuzey Akımı Projesi’nin önemli ismi olarak enerji diplomasisindeki yeteneği tartışılmaz bir isim. Bu nedenle daveti alınca, Adana’ya gittim... Derdim,
Kafkasya doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşımayı hedefleyen NABUCCO projesine dönük çekincelerini “tekrar” dinlemek değildi elbet...
Kuzey Irak-Adana hattında şekillenen yeni petrol ve doğalgaz akımını, Doğu Akdeniz’de İsrail ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin manevraları ile canlanan yeni enerji depolarını nasıl değerlendirdiğini merak ediyordum...
Tahmin ettiğim gibi, NABUCCO’yu boru hattını dolduracak rezerv sorunu olduğu ve alıcısının da henüz oluşmadığını belirterek bir köşeye bıraktı. Açık söyleyeyim, zamanında büyük engellemeler ile karşılaşan ama bugün, dünyanın en önemli stratejik enerji yatırımlarından biri olarak kabul edilen Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı’nı desteklemiş bir gazeteci olarak, Schröder’in NABUCCO’ya soğuk yaklaşımını desteklemiyorum. NABUCCO, Avrupa ekonomilerinin Rusya’ya olan aşırı enerji bağımlılığı açısından önemli bir çözüm olarak bugün de varlığını koruyor, ayrıca Türkiye, bu tür bir boru hattını doldurabilecek ek kaynaklara (Kuzey Irak-Katar-Mısır doğalgaz kaynakları) da sahip.
Ama Schröder’in, Kuzey Irak petrolünün geleceğini, “desteklediğini ifade ettiği” Türkiye’de yaşanılan “barış süreci” ile birleştirmesi dikkat çekiciydi. Schröder’e göre, Türkiye, demokratik düzenlemelerini sürdürüp kendi içinde barışı kurduğu anda, Kuzey Irak’taki Kürt yapılanmasıyla da belirgin bir uyumu yakalama ve bu bölgedeki enerji kaynaklarını dünya pazarlarına taşıma kabiliyetine sahip...
Doğu Akdeniz konusundaki görüşleri ise, kelimenin tam anlamıyla topu taça atma yönündeydi, bu konuda sorduğum soruyu, “bölgede yaşanılan tartışmalarda sınırların kimlere ait olduğunu bilmiyorum, ancak, sorunun işbirliğiyle çözülebileceğine eğer çözülemezse, ekonomik bölgelerin uluslararası mahkemeler tarafından çözümlenmesini destekliyorum” demekle yetindi.
O zaman sorun var...
Schröder, Alman askerini, 2’nci Dünya Savası sonrasında ilk kez, NATO bayrağı altında Kosova ve Afganistan’a göndermiş bir politikacı. Amerika’nın Irak’ı işgaline karşı çıkması, hatta, “Bush, işgal öncesi hepimize yalan söyledi” demesiyle tanınıyor. Batılı müttefikleri, Rus lider Vladimir Putin’e, Çeçenistan Savaşı nedeniyle mesafeli dururken, kişisel dostluk geliştiren, enerji politikaları ile Rusya’yı Avrupa’nın içine çeken bir stratejik birikime sahip. Yani, cesur bir politikacı...
Onun bile, konu, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz yataklarının sahipliği söz konusu olduğunda bu ölçüde geride durmayı tercih etmesi, dikkat çekici... Schröder’in yaklaşımı, Doğu Akdeniz enerji yatakları mücadelesinin kolay çözülemeyecek bir sorun olduğunu göstermesi açısından da önemli...
Türkiye’yi içeride tutmak
Schröder’in siyaset kimyası, “muhtemel rakibi” Avrupa içinde tutmaya dönük...
Rusya’yı enerji politikalarıyla, Türkiye’yi ise AB üyeliği ile Avrupa’nın ortağı yapmaya dönük bir strateji geliştirdiği belli. Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesi, Avrupa’nın geleceğinden duyduğu endişeden kaynaklanıyor. Şu sözleri dikkat çekici: “Eğer Avrupa Türkiye’yi içine almazsa, çok yakın bir gelecekte ekonomik ve siyasi cüce olmaya mahkümdur. Böyle bir Avrupa, ekonomik açıdan daha güçlünün uydusu, siyasi açıdan ise dünya güçlerinin ortasında bir yerde kalır...”
Schröder’e göre, AB, İsveç ile Bulgaristan’ı, Polonya ile Portekiz’i, yani kültürel olarak birbiriyle hiçbir bağı olmayan ulusları bir arada tutabiliyorsa, Müslüman Türkiye’yi de içine rahatlıkla alabilir...
Bakın, bu doğru bir analiz...