Türkiye-İsrail anlaşmasını ihanet/geri adım, boyun eğme/eğdirme bağlamında tartışanlara kulak asmasanız iyi olur.
Eğer görüşlerinizin değerli olduğunu düşünüyorsanız, doğru verileri toplamaya da önem vermeniz ve zaman ayırmanız gerekir.
Nasıl bulursunuz bilmem ama Mavi Marmara’nın yola çıkışından bu yana olan biteni serinkanlı değerlendirenleri bulup izlemeye almalısınız.
Bunlar sizin sorumluluğunuz...
Benimki bugünkü durumu ve yarın neler olabileceğine dair işaretler olup olmadığını size aktarmak.
Buyrun...
***
Türkiye ile İsrail arasındaki anlaşma görüşmeleri yeni değil. Mavi Marmara’ya yönelik saldırının hemen ardından başladı. Çünkü daha ilk gün Türkiye sadece bir tepki koymadı, ‘anlaşma şartlarını’ da söyledi.
Anlaşma şartlarının üçü de Gazze ile ilgiliydi.
- Özür Türkiye’den dilense Gazze sularında saldırının korsanlık olduğunun itirafıydı;
- Tazminat bu itirafı (İsrail o anlama gelmesin diye farklı kavramlar kullansa da) ‘hukuki’ bir zemine taşıyordu;
- Ablukanın kaldırılması da doğrudan Gazzelileri İsrail işkencesinden kurtarmayı amaçlıyordu.
İsrail çok direndi.
‘Bir açıklama yapalım, siz özür kabul edin’ dedi.
Tazminat karşılığında ‘HAMAS bürolarını kapatın’ dedi, kendisine açılan davaların kaldırılmasını da istedi.
Gazzelilerin insani ihtiyaçlarının karşılanması konusunda ‘...mış gibi yapalım’a getirdi.
Ankara bunları kabul etmedi.
Bu kararlılığı ABD Başkanı Obama gördü ve 8 yılda arkasında hiçbir başarı bırakamayacak olmanın etkisiyle -çok da diplomatik olmayan- bir inisiyatif aldı.
İsrail Başbakanı Netanyahu ile görüşmesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aradı.
Telefon bağlanırken Netanyahu’yu bir odaya soktu, oturtturdu.
Erdoğan’a “Şimdi sizden özür dileyecek” dedi ve telefonu Netanyahu’ya uzattı.
‘Özür’ diletti.
Sonra tekrar Erdoğan’a döndü ve “Artık konu kapanır” dedi.
Kapanmadı.
Çünkü mesele Türkiye’nin tatmin edilmesi değil Gazzelilerin hayatında olumlu bir değişikliğin olmasıydı.
Dünkü anlaşma bunu sağlamaya yönelik gelinen en ileri nokta.
Ayrıntıları gazetelerde okumuş olmalısınız.
Gazze’ye gıda, inşaat malzemesi, günlük ve dayanıklı tüketim malzemeleri, elektrik, su götürülmesi konularında Türkiye ‘müdahil’ oluyor.
İsrail ‘bunları zaten yapıyorduk’ diyor.
Ama örneğin Aşhot limanına gelen malların Gazze’ye geçmesine ‘kaç ayda’ izin verdiğini söylemiyor!
Şimdi bu süreler izleme altında olacak.
Bir tür Türkiye’nin gözlemi ve garantörlüğü altında...
***
Anlaşma süreci sadece İsrail’le sınırlı değil.
Anlaşmazlık olan ülkeler de sırada.
2 Şubat’ta ‘Türkiye ve Suudi Arabistan ortaklığının önemi’ne işaret ettiğim yazıda, anlaşmalar zincirinin halkalarını “Mısır’daki darbeye destek veren Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve Mısır” diye yazmıştım.
O günlerde Rusya krizi yoktu.
Ancak o yoruma kaynaklık eden üst düzey yetkililer, dün bir başka analistten duyduğum “Mısır’dan önce Rusya olabilir” öngörüsünü de doğruladılar.
Mısır’la anlaşmayı Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkeleri nasıl destekliyorsa, Rusya ile anlaşmayı da İsrail’deki Rusya göçmeni Yahudi lobisi öyle destekliyor. Zira onların Rus oligarklar, Rus oligarkların da Putin üzerinde etkisi büyük.
PKK’nın hedefi DAEŞ değil Barzani
Suriye’de yaşananlar enteresan bir yöne gidiyor.
PYD/YPG, ABD’nin desteğiyle Fırat’ın batısından Musul ve Rakka’ya kadar bir alana hakim oldu.
PKK bu süreci, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin bölgesindeki Kandil’den yürüttü.
Aynı süreçte Barzani’nin başkanlığı tartışmaya açıldı, Goran Hareketi öncülüğünde devirme girişimi yapıldı. PKK da bu girişime katıldı.
PKK, kendisine verilen toprakları yönetebileceği bir ‘başkent’e ihtiyaç duyuyor!
Barzani de kendi topraklarında kendisini hedef alan bir ‘silahlı ve siyasi güç’ istemiyor!
Her ikisi de ‘Kürdistan’da iki başlılık istemiyor!
PKK’nın, ABD, Rusya, Esad Suriye’si ve İran’dan aldığı destekle Barzani’yi hedef alması sürpriz olmayacak.
Türkiye Erbil’e çok daha yakın olmalı.