Bir süredir kafamı kurcalıyordu. 17 Aralık operasyonundan sonra gelişen süreçte ortaya çıkanlar konunun ciddiyetini netleştirmeye başlamıştı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’in sözlerini okuyunca yazmak gerekir diye düşündüm.
17 Aralık operasyonu tek başına bir operasyon değil; bir ‘süreç’... Yargı üzerinden devam eden ve halen bitmemiş bir süreç.
Süreçteki iki unsurun ortak bir yanı var; ‘demokratik ve açık devletin kutsalları’ üzerinden yürütülüyor.
17 ve 25 Aralık’ta ‘yolsuzluk ve rüşvet’ iddiası medya üzerinden kamuoyuna sunularak ‘dürüstlük’ kutsalı hedef alındı. Denilebilir ki ‘ortada hiç mi bir şey yoktu; ayakkabı kutuları, kasalar ne oluyor?’ Bunu yargı süreci tamamlanmadan bilemeyeceğiz. Ancak şu aşamada bildiğimiz, bu ‘ciddi’ iddialarla ilgili soruşturma ve operasyonların, savcılar tarafından ‘ciddiyetsiz’ şekilde, yasa, yönetmelik ve genelgeleri ihlal ederek yapıldığı... Madem iddialar bu kadar ciddiydi, savcıların ve onların görevlendirdiği polisler neden kuralları çiğneyerek kendi işlerini şaibeli hale getirdiler? Bunu da onlar hakkında açılan soruşturmalar bitince öğreneceğiz. Şu aşamada karşımızda ‘dürüstlük’ imajına yönelik bir operasyon olduğu ‘muhakkak’.
İkinci aşama, hükümetin bu operasyona yönelik yasal ve idari tedbirler almasıyla başladı ve demokrasinin bir başka ‘kutsalı’ tartışmaya açıldı: Hukuk...
Yasayı yapacak olanın Türkiye Büyük Millet Meclisi, idari kararları alacak olanın da Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu olmasına; savcıların hukuksuzluklarını tespit edecek, gerektiğinde dosyaya başka savcılar da atayacak ya da dosyayı başka savcılara verecek olanın da başsavcı olmasına rağmen, bütün bunlar ‘hükümetin yargıya müdahalesi’ olarak değerlendiriliyor. Ve bir başka kutsala, ‘hukuka’ müdahale eden hükümet portresi üzerinde çalışılıyor.
Geriye demokrasinin en önemli kutsalı kalıyor: Seçim...
CHP’nin ‘temiz sandık’ kampanyasının ‘önceki seçimleri şaibeli gösterme’ amacı taşıdığı açıktı. Hatta CHP’nin eski Genel Başkan Yardımcısı Emrehan Halıcı, daha akla ziyan bir öneri getirmiş, “SEÇSİS güvenli değil, bağımsız kurumlarca denetlenmeli” demişti. Gürsel Tekin de buna son halkayı ekledi; Tekin, “YSK içindeki paralel yapının oyları iktidar aleyhine değiştirebileceği” iddiasının olduğunu savunarak, buna YSK’nın cevap vermemiş olmasının seçimleri şaibe altına soktuğunu öne sürdü.
Hem geçmiş seçimler, hem de gelecektekiler üzerine şaibe bulutu oluşturma çabası bu.
Oysa YSK Başkanı Sadi Güven, geçen yıl Ağustos ayında yaptığı açıklamada, “Havelsan sistemimizi yeni baştan ele aldı, güçlendirdi, kapasitesi ve güvenliği artırıldı. Seçim Bilişim Sistemi’ne (SEÇSİS) internete kapalı ağ. Herhangi bir güvenlik sorunu söz konusu değil. Sandık kurullarında 7 kişi görev yapıyor. 5’i, bir önceki seçimlerde en çok oy alan 5 siyasi partisinin temsilcisi. Diğer 22 parti de sandıklarda müşahit bulunduruyor. Oy zarflarını, sayımları görüyor, işliyor, sandığı kapatıp mühürlüyorlar. Islak imzalı tutanağı da tarayıp sisteme yükleyeceğiz” açıklamasını yapmıştı.
Ancak bir uyarıda da bulunmuştu; “Siyasi partilere bunları anlattık, biliyorlar. Ancak bilmeyenler seçime yönelik güvensizlik aşılıyor.”
Yani CHP’liler de bunları biliyor ama güvensizlik aşılamaya devam ediyorlar.
Gelecek üç seçimde de YSK’nın görevini tam yapması, SEÇSİS’e sabotaj yapılmaması, bütün partilerin sandıklara aynı ciddiyetle hakim olması ve haber ajanslarının sandık sonuçlarını doğru yansıtması halinde hiçbir sorun yaşanmayacağını söyleyebiliriz.
Benim endişem, ‘YSK içindeki paralel yapının oyları iktidar aleyhine değiştirmesi’ değil, ‘herhangi bir müdahale olmadığı halde sandığa müdahale edilmiş gibi gösterme kampanyası’ başlatılmasıdır.
‘Yolsuzluk’ ve ‘hukuka müdahale’ konularının ‘şuyuu vukuundan beter’ olmasından yararlananların, ‘sandık’ konusunda da ‘şayianın dayanılmaz cazibesi’ne yatırım yapmaları şaşırtıcı olmaz.