Amerika’dan servis edilen film paçavrasının dünyada yol açtığı infiale sinema ve hissiyat merkezli birkaç noktadan bakmak gerekiyor. Hiçbir sinematografik değer taşımayan bu ‘iş’, insanların değerler bütününü rencide ederek sokağa dökmüş, tepkisellikten doğan şiddet gösterilerine yol açmıştır. Uydurma diyaloglar, akıl almaz hakaretlerle dolu film, hemen sadece stüdyoda kotarılarak kötünün kötüsü oyunculuk ve mizansenle art niyetli olarak piyasaya sürülmüş ve yapacağını yapmıştır. Bu bağlamda sosyal medyanın gücü, özgürlüklerin nereye kadar olabileceği, kutsalla ilişki, kurulan söylemlerin mahiyeti gibi hususların mercek altına alınması gerekiyor. Sinema bakımındansa, yedinci sanatın toplumun biçimlendirilmesi anlamında ne kadar etkin olabileceğinin görülmesi bir kez daha ispatlanmış oluyor.
***
Bu ‘organize yapım’dan sonra Katar emirinin 450 milyon dolar gibi bir bütçeyle peygamber efendimizin hayatının insani yönleriyle beyazperdeye aktarılmasının hayırlı ama geç kalmış bir gelişme olduğunu görüyoruz. Rahmetli Mustafa Akad’ın efsanevi Çağrı’yı yapmasından bu yana yıllar geçmesine rağmen, benzer tarzda bir yapımın daha gerçekleştirilememesi, finans sermayenin bu sektöre tahsis edilmemesi oldukça büyük bir boşluk doğurmuştur. Ekonomik olarak gelişmeler gösteren İslam dünyası, bu gelişmenin artı değerinden asgari bir miktarı sponsorluk anlayışıyla kültür sahasına aktarmaktan imtina etmiş, bir yandan da yabancı kültür sanayiinin özellikle çocuklara, sonra gençlere ve yetişkinlere zararlı tesirlerinden şikayet edegelmiştir.
Hem mevcut durumdan yakınmak hem de elini kıpırdatmamak gibi bir halden muzdarip İslam dünyasının iş çevreleri, kültür dünyasının yapıcı ve insanı olgunlaştırıcı işlevlerini görmekten bigane kalmıştır. Sinema gibi çok büyük kalabalıklara ulaşabilme potansiyelini taşıyan kitlesel bir sanat dalının, İslam medeniyetinin değişik veçhelerini yeryüzü insanlığına taşıyabileceğini ileri sürmek hiç de zor değildir. İnsani değerlerimizin yansıtılmasında, insanın manevi olgunlaşmasında anahtar bir rol oynayabilecek (tam da bu anlamda şiddet ve açıklığın sinemada kullanımının yerini düşünün) sinemanın, hem kendi toplumumuza hem de dünyaya kazandırabileceklerini tahayyül etmek bile insana kıvanç veriyor.
Sinemayı, değerleri ortaya koyabilecek bir şekilde örgütleyerek sponsorluk kurumunu kamu ve özel kuruluşlar düzeyinde yaygınlaştırmak, film marketlerinin ve aşkın temaların işlenebileceği film festivallerinin, yarışmaların çıkmasına önayak olmak önümüzdeki gündem maddeleridir. İnsanların ve toplumların birbirleriyle daha iyi iletişime geçmeleri ve anlamaları için sinema gibi yaygın ve kitlesel bir sanatın gücünü tahmin etmek, görüldüğü gibi hiç de zor değildir. İnsan, nasıl bir sosyal çevre ve toplumsal yapı görmek istiyorsa onu sinemasına yansıtır. Aşkın, estetik duyarlıklı ve helal sinema diyebileceğimiz görsel bir formasyonda ortaya konacak çalışmalar, özgürlüklerin gerçek mahiyeti, insanın kendi varlığının bilincine varması, edebi ve aristokratik bir duruşun yansımasıyla zirve yapacaktır.
Sanatın tahakkümü ve bugün geldiği aşamada yozlaşmış imgeler dünyası öncelikle sinemanın kendisine zarar vermiş, onu banal, mediocre ve kitsch bir seviyeye düşürmüştür. Oysa aynı, dinamitin niteliğinde olduğu gibi diyelim, bu son derece etkin aygıtın nasıl kullanıldığı, işlerliğe sokulduğu çok önemlidir. Olgunlaştırıcı ve yapıcı uçlara doğrulttuğunuzda, bundan her bakımdan insanlık karlı çıkacaktır. Çocuk sinemasından gençlerin ve yetişkinlerin sinemasına kadar her düzlemde yapılacak asil çalışmalar, yeni medeniyetin kurulmasında tarifsiz roller üstlenecektir. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz.