Artık değişik platformlarda yüzlercesi önümüze çıkan filmlerin (yerli-yabancı ayırdı yapılmaksızın) belli imge ve işitsel unsurlardan sakınımlı/korunumlu olmaksızın seyirci profilini oluşturan bizlerle buluşmasının ne anlama geldiği üzerinde uzun uzadıya durulması her birey için bir önem taşıyor. Genelgeçer olarak kabul gören bir yerli yapıma gittiğimizde, herhangi çok seçmeli bir festivale katıldığımızda, manevi olan da dahil değişik dünya görüşlerine sahip olan matbu veya e-dergi formatında sinema dergilerine baktığımızda, garip bir konformizmle, ikna olmuşlukla, kanıksanmışlıkla bize sunulanın adeta bir dokunulmazlık zırhına bürünmüşlüğün getirdiği imtiyazla bir kabullenimle algı ilişkisine girildiğini görüyoruz. Tabii ki herkes kendi durduğu, kapladığı zeminden sanat eserini ortaya koyar ancak bu eserlerin belli bir üslup dairesinde eleştirilemez olduğu da kabul edilemez. Belli bir duyarlılıkla hareket eden seyircinin veya sinema eleştirmeninin salt sanatın dokunulmazlığı uğruna kimi görsel anlatımları görmezden gelmesi ilginç bir tablo oluşturmaktadır.
Aslında hiçbir şekilde dogmatik veya tahakküm edici olunmamalıdır ancak öte yandan varolanın, genelgeçerin kendi kurallarıyla belli bir tahakküm, empoze edici güç durumuna gelmesi bir başka baskıcı unsura, baskı kurma mekanizmasına dönüşme hususiyeti taşımamakta mıdır? Sinema toplumun aynası mıdır, toplum üzerine kurulan bir fantazyanın harekete geçirilmiş bir aygıtı mıdır?
***
Günümüz dünyasının en sorunsal alanlarından birini ahlakın veya etiğin dünyası meydana getirmektedir. Yüzyılların birikiminden damıtılarak günümüze kadar gelen bu değerler ontolojisinin, aksiyolojinin nasıl bir dille yeniden üretilebilir kılınması, hangi estetik yaklaşımla üçüncü kişilerle buluşur hale getirilmesi, sanatın bugün tartışılması gereken en önemli yanlarından biridir. Sakına sakına marjlara veya izafi olarak erişilmez yüksekliklere çekilen bir sanat anlayışıyla kuşanılmak, beraberinde ödenmesi gereken bedelleri de getirmektedir. Yüzgöz olmakla asaletin keskin sınırında bulunmanın ruh gerilimi, duygusal hareketliliği, bazen kırılganlığı, taviz vermemenin katılığı, bunlara rağmen insan ruhunun kendi içinde zayıflığı, günümüzün birçok şeyi mübah görür genelgeçer anlayışı ilkesel bir tavır içinde olma temayülündeki insan tekini oldukça zorlamaktadır.
Elbette ki mükemmeliyetçi olmamak gerekmektedir ancak belli şeylere rıza göstermek de o denli problemli bir tavra girmekle eşanlamlı sayılabilir. Belli prensiplerle davranarak seçici algıyla sanat eserine yaklaşmak, galiba insan yaratılışına en uygun bir davranış şekli olarak görülmektedir. İnsanın her merhalede, her zeminde eleştirme hakkı bulunmaktadır, insan elinden çıkma bir sanat eseri dokunulmaz, imtiyazlı, baştan sona doğru bir söylem olarak ön-kabulle yaklaşılmamalıdır. Eserin teknik çerçevesi, dili, yapısal özellikleri kadar, değerler boyutu, teması, zihniyet dünyası, imgesel gerilimi de önemlidir. Güçlü bir ahlaki söylem içindeki entelektüel bir kurgu, insanda çok daha kalıcı ve varoluşunu yapılandırıcı izler taşıyacaktır. Genelgeçer parametreleri olduğu gibi kabul etmek, bizleri görünmeyen bir tutsaklığın da içine çekmek anlamına gelebilir.