Yeterli bütçesi olmayan sinemacılar filmlerini gerilla taktiğiyle çeker, takdire şayan bir yöntemdir. Bu ruha, beceriye ve çevreye sahip olan sinemacılar da başarının yarısını peşinen kazanmıştır. Bugün sinema tarihinin başyapıtları arasında sayılan filmlerin bir kısmı bu taktikle çekildi. İtalyan Yeni Gerçekçilik, Fransız Yeni Dalga, İngiliz Özgür Sinema, Brezilya Yeni Sinema akımları bu taktikle başladı. Birçok Amerikan bağımsız yapımı bu taktikle gerçekleştirildi.
Türkiye’de sinema anlayışının yenilenmesi de projelerine inanınca ve asgari koşulları (bir kamera, biraz pelikül, birkaç özverili arkadaş, anlayışlı bir yapımcı ve / veya laboratuvar) bulunca iki kere düşünmeyen ve filmlerini yapıveren yönetmenler sayesinde olmadı mı? Dijital teknoloji sayesinde peliküle ve laboratuvara da gerek kalmadı...
Fakat bir de onca zahmetle çektiğiniz filmi gösterecek salon bulma derdi var... Başka türlü nasıl gişe geliri elde edeceksiniz? Sonsuza dek gerilla taktiğiyle film yapmak zorunda kalmamak için en azından izleyiciye ulaşmalısınız! İşte burada bir duvara tosluyorsunuz:
Bütün numaraları 300 - 400 kopyayla 600 - 700 salonu işgal ederek iki üç milyon izleyiciye adeta seçenek bırakmadan ulaşan büyük bütçeli yapımlardan ve en çok sayıda film dağıtma avantajıyla salonları çoktandır tekeline almış bulunan Hollywood mümessillerinden arta kalan yere sığışmanız gerek!
Sinemasal ve toplumsal açıdan önem taşıyan Hollywood dışı yapımların ithalatında da aynı sıkıntı yaşanıyor. Yılın en iyi filmini dağıtacak beş on salon bile bulamayabilirsiniz Türkiye’de! Festivallerde baştacı edilmiş filmleri ancak bir iki salonda gösterebilirsiniz! “Tepenin Ardı” kalitesinde bir film çekildi bu ülkede salon bulunamadı!
***
Düşünün ki Boşnak yönetmen Aida Begiç’in geçen yıl Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış bölümüne seçilen filmi “Çocuklar” bu hafta zor zar bir tek salon buldu! Bosna’da savaş sonrasının zorlu koşullarda yetim kalan çocukların verdiği mücadeleyi konu alan bu filmin potansiyel izleyici kitlesinin ayağının alışkın olduğu Beyoğlu’nda bile değil, Gayrettepe’deki Astoria’da...
“Çocuklar”ı beğendiğim ve önemsediğim için durumu abartıp Astoria’nın krokisini çizmeye, otobüs seferlerini listelemeye kalkacak haldeyim! Bundan sonra iyi filmlerin izlenmesini sağlamak için eleştiri yazmak yerine tur rehberliğine mi başlasak? Bağımsız salonların koltuklarından şikayet edenler için yastık mı dağıtsak? Onur Ünlü de İstanbul Film Festivali’nde ödülleri toplayan “Sen Aydınlatırsın Geceyi” filmini AVM sinemalarında göstermeme kararı aldı, o bakımdan. “Film sinemada izlenir” diyen, internetten siber-hırsızlık yapmayan sinemaseverlere kılavuzluk ve hizmet edecek gönüllüler topluluğu mu kursak? Yoksa bunu da bir gerilla hareketine mi çevirsek?
“Çocuklar”da üslubunu olgunlaştırdığı, Dardenne Biraderler’in çizgisine yöneldiği gözlemlenen Aida Begiç ilk filmi “Kar”da yine savaş sonrası Bosnasından bir manzara çizmişti. Bir köyde yalnız kalan bir avuç kadının canlarını dişlerine takarak meyve yetiştirirken savaşın travmasıyla baş etme mücadelesini anlatmıştı. Yaşadıkları kayıplara rağmen yaşama sevinçlerini yitirmeden ülkeyi ayakta tutan kadınlara bir güzellemeydi “Kar”.
“Çocuklar” ise devletin ve ebeveynlerin otoritesi ortadan kalktığında, sokaklara şiddet egemen olduğunda kardeşini ve küçükleri korumak için işi bıçkınlığa vuran genç bir kadının nedamet getirip dine döndükten sonra yaşadıklarını anlatıyor. Kaba kuvvete boyun eğen çevre hemen saygısını yitirince Rahime’nin ergenlik çağındaki kardeşi baskı altında kalıyor. Genç kadın örtünmesini aleyhine kullanan bir çevreye imanıyla direnmekle kardeşini kurtarmak için yeniden eski ilişkilerini kullanma ikileminde kalıyor.
Rahime’nin gerilla taktiği uygulamaktan başka çaresi kalıp kalmadığını “Çocuklar”ı izleyerek öğrenebilirsiniz!