Diyanet Tv’de Çarşamba akşamı “Sabit ve Değişken” programında Ali Murat Güven’le sinema ve din olgularını ele alan canlı yayına katıldık. Din konusu, sinemanın başlangıç tarihinden itibaren bigane kalmadığı bir saha oldu. Sinemanın dine yaklaşımı, ya kronolojik anlamda dinler tarihinden belli pasajları aktarmak şeklinde cereyan etti veya dini sembol ve mecazları kullanarak daha dolaylı bir yoldan manevi tarzda yapımların ortaya çıkmasıyla farklı bir mecrada vücut buldu. Öte yandan, Sovyet sinemasının başlangıcında olduğu gibi din kurumu, diyalektik felsefenin önermeleri gereği karşıt bir tavırla ele alındı. Amerikan, Avrupa ve Uzakdoğu sinemalarında dini sinema veya daha dolaylı anlatımlarla manevi sinema her zaman dünya sinemasının önemli bir sütununu oluşturdu.
***
Din olgusu, insanın yeryüzündeki varlığını anlamlandırma, hayat çizgisini bir kader dairesi içinde kavrama ve dünya hayatını bir film senaryosundaki gibi, başı, ortası ve sonu sahnelenmek üzere dizayn edilen bir hikaye olarak algılayan yönetmen ve senaryocularca daha ilgiyle işlendi. Dolayısıyla bu olgunun, yönetmenin varlık problemi etrafında varoluşsal bir tavır alarak üzerinde durulduğunu ve insanlara, hayata ve ölüme dair esaslı bir şey söyleme kaygısı taşımasıyla sinema tarihinde bir yer tuttuğunu görüyoruz. Dini inancın, insanlık tarihi boyunca koyduğu değerler temelinde toplumsal sorunlara cevap olabileceğini takdir eden sinema insanları tarafından daha çok temsil edildiği söylenebilir.
Sinema-din ilişkisinde bütünüyle ticari olanın baskısıyla estetik olmayan bir görsellikte yapılan bir film insanlara yapıcı bir şey sunmayacaktır. Dolayısıyla manipülatif bir tarzda çekilen bir film, seyircilerde yapıcı bir kanaat oluşturmaktan ziyade menfi bir tutuma yol açacaktır. Bizim sinema anlayışımızda ise, tasavvufun ihtiva ettiği incelikli yaklaşım, tam da sanatın estetik yapısıyla ahenkli bir dille örtüşmektedir. Bu manada, tasavvufun açacağı incelmiş, aşkın geniş daire, sinemanın potansiyel imgesel anlatımı için paha biçilmez imkanlar ortaya koymaktadır. Bir iletiyi, hayatta olduğu gibi gerçekçi bir tavırla direkt vermek yerine, onu belki gizleyerek farklı anlatım, çağrışım, anıştırma, gönderme ve dolayımlamalarla aktarmak çok daha çarpıcı ve katkı sağlayıcı olacaktır.
Sinemadaki dini söylem, dozu iyi ayarlandığı takdirde aşkın bir insicama sahip olacak, en geniş kitle iletişim aracı olan sinema, insanlara metafizik düzlem ve katmanları sunarak, gerçekliği daha bütüncül bir biçimde kavramalarına temel teşkil edecektir. Sinema, aygıt olarak nesnel bir değere sahiptir; kamera denilen o teknolojik cihazın nasıl işletime sokulduğu önemlidir. Bugün çok gelişmiş olan bilgisayar destekli animasyonlarla, varlığın ontolojik yapısına dair kadim öğretiler doğrultusunda çok şeyler söylemek mümkündür. Dünya sinemasının kimi önemli yönetmenleri, bu babta kaydadeğer yapımlar ortaya koymuşlar, seyirciye, insanın dünyadaki varoluş sebebine dair önemli ipuçları sunan yapımlara imza atmışlardır. Dolayısıyla sinema gibi kitlesel bir sanat yoluyla, dinin insanlığa sunabileceği birçok faydalı nas seyircilerin istifadesine sunulabilir. Bunun içinde en temel ‘olmazsa olmaz’lardan biri estetik bir dil geliştirilmesi ve tutturulmasıdır.