Yıllar boyunca her piyango bileti alışımda bir sinematek açmayı hayal ettim. Parayı hemen batırdım anlayacağınız! Beyoğlu’nda çoktan kül olan ve yerine bir gece kulübü açılan Elhamra Sineması’nı gönlümden geçirirdim mekan olarak. “Benim Sinemalarım” filminden anımsayacağınız o güzelim freskleriyle ne yakışırdı hayalime! Bir gece çıkan yangının sabahında içeriden kesif bir is kokusu yayılan ve sular sızan sinemanın girişindeki pasaja gittiğimde meslektaşım Tunca Arslan (şimdiki SİYAD Başkanı) ile karşılaştım. İkimizin de gözleri dolu doluydu... Şimdi de Emek’in sırasından geçemiyorum. Yeşilçam Sokağı’na giremiyorum, İstanbul Film Festivali Direktörü Azize Tan ile paylaştığımız Cercle d’Orient bloğu ve Emek’in bir gün sinema merkezine dönüşmesi hayali de suya düştüğünden beri...
Siyasetten, çevrebilimden bütün sanat disiplinlerine kadar uygarlığın ne kadar yararlı birikimi varsa hepsini kapsayan sinemanın insana sunduğu olanaklardan neden herkes eşit şekilde yararlanmasın ve film kültürüne sahip olmasın? Sinema kadar büyük bir ortak payda oluşturan bir sanat dalı daha var mı? Dönemiyle bu kadar yakından ilişkili olan, tarihi bu kadar doğrudan yansıtan bir sanat dalı daha var mı?
En seçkinci sanatsever de sinemaya bayılır, hayatında radyo - televizyonda çalan müziğe kulak kabartmaktan daha ‘sanatsal’ bir faaliyeti olmayan kişi de! Her kesimden, her eğitim düzeyinden, her kültür evreninden insan filmler üzerinde buluşabilir, tartışabilir. Sonuçta iyisiyle kötüsüyle, arthouse’uyla gişe hitiyle filmler insanları bir fikir sahibi olmaya yöneltir. Ama fikir sahibi olmak için önce bilgi sahibi olmak gerekir. “Aman sıkılırım” önyargısıyla bir filmi festivalde gösterildiği ya da popüler olduğu için reddetme ve izlememe, sinema tarihinden, film türlerinden, auteur biçemlerinden habersiz olduğu için hakkıyla değerlendirememe söz konusu olmamalıdır. Peki ama böyle bir film kültürünün edinilmesi için uygun ortam nasıl yaratılır? Nedir ideali? Ben nasıl bir sinema alemi hayal ediyorum?
Büyük kentlerimizin hepsinde devlet eliyle kurulmuş ve işletilen birer film müzesi, ona bağlı film arşivi ve o arşivlerdeki filmlerin gösterime sunulduğu, dışarıdan gelen filmlerle özel programlar da yapan birer sinematek hayal ediyorum. Ayrıca her ilçe merkezinde en az bir salonlu, arthouse dediğimiz sinema komplekslerinden bulunsun ki yeni bağımsız yapımlar, festival gözdeleri orada ticari gösterime girebilsin. Hepsinin girişinde kitap, DVD, poster vs. satan küçük dükkan ya da standlar; makul fiyatlı bir mönüyle hizmet veren kafeteryalar olsun. İnsanlar müzelere ve arthouse’lara sinema tarihinin eşsiz mirasından yararlanmak için akın etsin.
Daha küçük kent ve kasabalarımızda film arşivleri ve sinemateklerle işbirliği yapan; kendilerine yerel yönetimlerce tahsis edilmiş, iyi gösterim koşullarına sahip salonlarda ya da orada açılmış bir arthouse’da film haftaları düzenleyen sinema kulüpleri kurulduğunu hayal ediyorum. Bir sosyalleşme aracı olur zaman zaman davet edilen sinemacı, akademisyen ya da eleştirmenlerin söyleşileriyle.
Üniversitelerin hepsinin birer film kulübü ve öğrenci sineması olsa... Kulüplerde seçmeli dersler verilse ve düzenli gösterimler yapılsa. Öğrenciler film okumayı da yüksek öğrenim çerçevesinde kavrasa ve bilinçli izleyici kitlelerini oluştursa.
Medyamız sinemayı magazinle sulandırmasa, kültür sanat sayfalarının ve programlarının alanından çıkarmasa... Gelen bültenin aynen basıldığı bir habercilik anlayışı terk edilse, arka arkaya fragman arası film hakkında iki cümle sarf eden televizyon programları yapılmasa da onun yerine reklam alabilseler! Bütün büyük şirketler sinema kurumlarına, film festivallerine, yayınlara sponsor olmak için sıraya girse.
Bana sorarsanız hayal olmayacak kadar makul bir istek ve gerçekleştirilebilir bir proje benimki!