Üniversite diploması, sadece bizde değil neredeyse bütün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, mezunlarına önemli ayrıcalıklar sunuyor. Üniversite mezunları, lise mezunlarına göre daha çok kazanıyor. Sosyoekonomik arka plan ve iş koşulları gibi etmenlerin etkisiyle üniversite mezunları, ortalama olarak lise mezunlarına göre daha sağlıklı oluyor ve daha uzun yaşıyor. İşin bir de toplumsal saygınlık boyutu var.
Hele bizim gibi yükseköğretim sisteminin, gelişmiş ülkelerdeki eğilimlere ters bir şekilde, oldukça kapalı tutulduğu ve nüfusun çok küçük bir kısmının üniversite mezunu olabildiği bir ülkede, diploma çok daha anlamlı.
Özetle, birçok farklı nedenden dolayı üniversite mezunu olmak, lise mezunu olmaya göre hâlâ çok avantajlı. Bundan dolayı, üniversite için büyük bir rekabet olması son derece doğal.
Dünyada üniversiteye giriş
Aslında dünyanın her ülkesinde özellikle saygın üniversitelerin belli bölümlerine girmek için ciddi bir yarış var. Hemen her ülke, üniversiteye öğrenci seçerken belli ölçütler temelinde bir sıralama ve eleme yapmakta. Örneğin, Avrupa ülkelerinin çoğunda lise eğitimine dayalı bitirme sınavları (olgunluk) yapılmakta veya doğrudan okul notları kullanılmakta. Çin, Güney Kore ve Japonya gibi ülkelerde ise bizdeki gibi üniversite giriş sınavı yapılmakta. ABD ve Kanada gibi ülkelerde ise merkezi (standart) bir giriş sınavının yanında okul notları gibi ölçütler değerlendirilmekte.
Ülkeler arasında önemli farklılık ve benzerlikler var. En dikkat çekici husus ise özellikle Batı Avrupa ve Anglosakson geleneğindeki ülkelerde öğrencilerin hayatının bir ya da birkaç üniversite giriş sınavına mahkûm edilmemesi. Bunun avantajı, yükseköğretime geçiş sistemi üzerindeki baskının azaltılması. Böylece öğrenciler üzerindeki baskı da azalmakta. Bu, pedagojik olarak da avantajlı; öğrencilerin okul ile ilişkilerini güçlendiriyor. Böylece, öğrenciler dershane gibi paralel eğitim kurumlarına da daha az ihtiyaç duyuyorlar.
‘Sınav Cehennemi’nden kurtuluş var mı?
Üniversite giriş sınavının neredeyse tek belirleyici olduğu ülkelerde, öğrencilerin bir ya da birkaç oturumda yapılan sınavdaki performansları önem kazanıyor. Zira öğrencilerin birkaç soruya verecekleri yanlış cevap, onların hayatları boyunca iyi bir işten mahrum olmaları anlamına gelebilmekte. Bundan dolayı, Güney Kore’de üniversiteye hazırlanan ortalama bir aday, sabah gelip öğleden sonra 4’e kadar okulda, sonra gece 11’e kadar dershanede vakit geçirmekte.
Güney Kore, OECD’nin PISA sınavlarında da sürekli birinci oluyor. Güney Kore’nin ekonomik başarısı da ortada. Ancak sistem “sınav cehennemi” olarak nitelendirilmekte. Çünkü sistem, çocukları çok aşırı derece zorlamakta ve mutsuz kılmakta.
Bütün bu sebepler dolayısıyla Güney Kore hükümeti de sınav sistemini revize etmek arayışında. Çin hükümeti de üniversite giriş sınavını revize etmek konusunda daha geçen ay uluslararası uzmanların katılımıyla bir çalıştay yaptı.
Türkiye, yol ayrımında
Türkiye’de de öteden beri, üniversite giriş sisteminin eğitim sistemi ve çocuklar üzerindeki oluşturduğu baskıyı azaltmaya yönelik bir talep ve kimi düzenlemeler söz konusu. Ancak, öğrencilerin üzerindeki baskıyı azaltmak adına yapılan birçok düzenleme, öngörüldüğü gibi çalışmadı. Örneğin, 8. sınıfta yapılan SBS yerine 6, 7 ve 8. sınıfta yapılan SBS’ler, öğrenciler üzerindeki baskıyı azaltmak yerine, daha erken yaşlara çekti. Ancak öğrenciler üzerindeki baskıyı oluşturan kök sorunlara yönelik adımlardan sonuç alındı. Aynı şekilde, üniversite ve kontenjan sayısının artırılması, üniversite giriş sistemi üzerindeki baskıyı azalttı.
Türkiye’de giriş sistemlerinin geleceğini ve olası revizyonları daha çok konuşacağız. Konuşmalıyız. YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’nın sınavı kazandığı halde yeniden sınava girenler için yeni bir arayışta olmasını da değerlendireceğiz. Çünkü çocuklarımıza adil ve fakat daha insani bir sistem sunmamız lazım.