Hükümetin dershaneleri özel okullara dönüştürme çalışmasına verilen tepkinin, dershanelere ilişkin bir mesele olmadığı bugün artık çok net bir şekilde anlaşılmıştır. Tepki verenlerin asıl dertlerinin, dezavantajlı öğrenciler olduğunu söylemek de mümkün değil.
Dershanelerin dönüşümü çalışmasına en çok tepki veren yayınlara toplu olarak baktığımızda, bugün eğitim sisteminin yetersizliği dolayısıyla çocuklarımıza ve ailelerine reva görülen maddi ve manevi zorlukların azaltılmasına ilişkin hiçbir ciddi talep göremiyoruz. Göremiyoruz; çünkü yok.
Görünen tek şey, eski Türkiye’nin on yıllarca biriktirdiği ihmaller ve zaaflar dolayısıyla ortaya çıkan devasa bir paralel eğitim sektörünün ilanihaye varlığını sürdürmek istemesidir. Çarpık bir eğitim sisteminden beslenen bir yapı, kendi çıkarı için, mevcut çarpık yapının aynen devam etmesini arzulamaktadır.
Bunun, on yıllarca biriktirilen ihmal ve zaaflar dolayısıyla ortaya çıkan Kürt meselesinin doğurduğu şiddet sarmalından faydalanan yapıların, kendi varlıkları sürsün diye, şiddet sarmalının devam etmesini istemelerinden kategorik olarak ne farkı var?
Merkezi sınavlar ve şaibeler
Bir buçuk ay önce dershanelerle başlayan tartışmalar bugün itibariyle devlet içerisinde örgütlü bir yapının varlığına vardıysa, o halde bugüne kadar çok fazla üzerinde durulmayan bazı sınavlardaki yolsuzluk iddialarını da hatırlayalım.
Hatırlayacaksınız, 2010 KPSS’de soruların sızdırıldığının anlaşılması üzerine dönemin ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan istifa etti ve sınav iptal edildi. Yine hatırlayacaksınız, 2009 yılında polis meslek yüksekokulları sınavı da sızdırma dolayısıyla iptal olmuştu.
Daha sonra göreve gelen Ali Demir, sınav güvenliğini artırmak zorunda kaldı ve toplu kopya çekmeyi engellemek üzere adaya özgü sınav kitapçığı uygulamasını başlattı. Bu defa, 2011 YGS hakkında birçok iddia ortaya atıldı ve sınavın iptal edilmesi istendi. Ali Demir’in nasıl hedef haline getirildiğini de sanıyorum herkes hatırlayacaktır.
O dönemde, sınavın adaya özgü kitapçık dolayısıyla iptal edilemeyeceğini; ancak soruların sızdırılıp sızdırılmadığı yani kopya iddialarının araştırılması gerektiğine ilişkin görüşlerimi çeşitli vesilelerle kamuoyuyla paylaşmıştım. Zira herhangi bir adaya soruların sızdırıldığına ilişkin hiçbir ciddi iddia söz konusu değildi. Savcılık ve bilirkişi incelemeleri de kopyaya ilişkin hiçbir kanıt bulamadı. ÖSYM’nin yayınladığı sınav sonuçlarında yapılan istatistiksel incelemelerde de herhangi bir anormallik görünmüyordu.
Ancak 2012 Mayıs ayında adli yargı için hâkim ve savcı adaylığı sınavının sonuçlarında bir sürü anormallikler tespit eden ÖSYM, sınavda sızdırma olduğu kanaatine vardı ve sınavı iptal etti.
Peki, sonra ne oldu biliyor musunuz? Bu köşede daha önce anlattığım üzere, ÖSYM’nin sınavı iptal etmesine ilişkin kararı, Ankara 2. İdare Mahkemesi tarafından durduruldu!
Soru şudur: Hâkimlik sınavında kopya çektiği yaygın olarak düşünülen kişiler mi Türkiye’ye adalet dağıtacaklar?
Dosyalar yeniden açılmalı
Bütün bu dosyaların ve hakkında şaibe olan diğer bütün sınav dosyalarının yeniden açılması ya da derinleştirilmesi gerekiyor. Zira bu dosyalar, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçekten bir hukuk devleti olup olmadığının da bir yanıtını verecek. Aksi halde, başta yargı sınavları olmak üzere merkezi sınavlardaki -varsa- yolsuzlukların, polis-yargı marifetiyle üstünün örtüldüğü düşünülecektir.
Sınav dosyalarının derinleştirilmesini talep etmek, merkezi sınavlara giren her çocuğun hakkını savunan ve her türlü yolsuzluklara karşı olan herkesin sorumluluğu. Şeffaflık ve topluma hesap verebilirlik ilkeleri, sınavlara ilişkin iddiaların üstüne gidilmesini ve sorumluların ortaya çıkarılmasını gerektiriyor. Bu, daha güvenli ve adil bir gelecek için önemli.