İlk kitap fuarına gidememiştim. Son gün haberim olmuştu çünkü. Lise birde olmalıyım. Öğle yemeği paralarını biriktirip kitap aldığımız günler... Bir Pazar akşamı -kulakları çınlasın- Ebubekir Kurban bizim Şehremini’ndeki eve geldi elinde bir çuval kitapla. Nereden böyle diye sordum, Taksim’den dedi. Etap Marmara Oteli’nin alt katında kitap fuarı açılmış, birçok yayınevinin kitapları indirimli fiyatlarla satılıyormuş. Fuara yazarlar da katılıyormuş, kitaplarını imzalayıp okuyucularla sohbet ediyorlarmış...
Bizim evin yakınındaki tek katlı ahşap mahalle kahvesine geçip oturduk sonra. Çıtır çıtır yanan odun sobasının kenarında çaylarımızı içerken o ilk fuarda dağıtılan broşürleri inceledik, kitapları karıştırdık.
İkinci yıldan sonraki fuarlara ben de gittim. Bir keresinde Cemil Meriç’e kitap imzalattım hatta... Sonraki yıllarda Sultanahmet Camii avlusunda ramazan aylarında dini yayınlar fuarı düzenlenmeye başlandı. Adı dini yayınlar fuarıydı ama sadece dini eserler değil, hemen her konuda kitaplar sergileniyordu. Tüyap’tan farkı ise orada daha ziyade tırnak içinde sol eğilimli yayıncıların yer bulmasına mukabil burada tırnak içinde sağ eğilimliler baskın durumdaydı.
O fuarın da müdavimi oldum. Dini yayınlar fuarı sonradan eski kalitesini kaybetti; ben de ayağımı kestim oradan. Tüyap’ın kitap fuarı ise zamanla fazlasıyla ticarileşti; küçük yayıncıları ezen bir mekanizmanın parçası oldu. İdeolojik görüntüsü de gitgide daha rahatsız edici hale geldi. Uzun yıllar oraya da uğramadım.
Aslında bizimkiler gerçek anlamda kitap fuarı değil. Kitap satış fuarı... Yayıncıların okurlara, yani son tüketiciye doğrudan ulaşıp kitap sattıkları bir etkinlik. Oysa bu iş için kitapevleri var. Yayın fuarları okurlara açık olabilir ama yazarları, yayıncıları ve kitapevlerini buluşturan sektörel bir forum ve aracısız iletişim ortamı olma özelliği de olmalı. Dünyadaki kitap fuarlarını, sözgelimi Frankfurt Kitap Fuarını görmüş olanlar ne demek istediğimi anlamışlardır.
Sektör açısından kitap fuarlarının böyle bir yönü var... Benim gibi sıradan okurlar için ise sadece kitapları bir arada görme imkânı sunan bir ortam. Ama ilkokul öğrencilerinin fuar turlarının oluşturduğu kalabalık içinde kitaplarla fiziksel temas kurma imkânı da giderek azalmış bulunuyor.
Çocukların kitap fuarlarına getirilmeleri, kitaplarla dolu bir havayı teneffüs etme tecrübesini yaşamaları çok güzel. Ama daha okumayı sökmemiş ana sınıfı öğrencilerinin mesela Türk Tarih Kurumu Yayınlarının standını doldurmalarına gerek yok bence. Onun yerine paralel bir mekânda ve paralel zamanda bir çocuk kitapları fuarı düzenlense hem küçükler için hem büyük okurlar için hem de kime nasıl hitap edeceğini şaşıran yayıncılar için daha iyi olur.
Uzun yıllar kitap fuarlarına uğramadım demiştimya son birkaç senedir yeniden ayağımı düşürmeye başladım fuar alanlarına. Neden derseniz, özellikle kitapları fiziksel olarak görme imkânı benim gibi okurlar için önemli. İnternetteki kitap satış sitelerinde hemen her kitabı bulabiliyorsunuz artık; ama kitabı elinize alıp karıştırma ihtiyacınıza cevap veremiyorlar bunlar henüz.
Ne yazık ki sayıları azalan kitapevleri de bu imkânı sunamıyor. Çünkü Türkiye’de artık çok fazla sayıda kitap yayınlanıyor. Küçücük kitapevlerinin sınırlı raflarında bunlardan çok azına tesadüf etme şansı buluyorsunuz.
Bu noktada bardağın boş tarafına bakıp neden bizde de gelişmiş ülkelerdeki gibi devasa kitapevleri yok diye sorabiliriz. Ama onun yerine yayıncılığın kat ettiği gelişmeyi, basılan kitap sayısındaki büyük artışı fark edip sevinmek de mümkün. Tüyap kitap fuarı ilk açıldığında Türkiye’de basılan kitap sayısı 4-5 bin civarındaydı. Geçen yıl bu sayı 42,337 olarak belirlendi. Yani aradan geçen zamanda kitap sayısı yaklaşık on kat artmış. Nüfus artış oranıyla karşılaştırılsa bu tabloda Türkiye’nin artılarından biriyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılır.
Evet, kitap okuma alışkanlığında birçok ülkenin çok gerisindeyiz hâlâ. Ama bariz bir gelişme de var. Demek ki “şimdiki gençler okumuyor” lakırdılarının bir geçerliği yok. Yalnız bunun toplumun eğitim seviyesinin artmasıyla veya “bilinçlenmesiyle” değil, sosyo-ekonomik gelişmeyle ilgili olduğunu bilmek lazım.