AK Parti’nin siyasal kökeni olarak MSP gösterilir. O da büyük ölçüde -her ne kadar kendini ‘merkez sağ’ diye tanımlayan AP/DYP/ ANAP bu geleneğe sahip çıksa da- DP’ye dayandırılır.
AK Parti kadroları da, anlaşılma kolaylığı açısından ‘muhafazakar’ ifadesini kullandı; buna ‘demokrat’ı ekledi.
Siyaset bilimciler kavramsallaştırma üzerinde çalışadursun; benim önemsediğim, bu siyasal geleneğin liderleri ve destekçilerinin kendilerini ifade ederken en çok kullandıkları kavramlar:
“Millet, İslam, atalarımız, kardeşlik, adalet, kalkınma”...
Türkiye’nin Orta Asya, Ortadoğu, Uzak Asya ve Afrika’daki köklerini/bağlarını, Batı’ya yönelik hedeflerini özetleyen 6 kavram...
Bu kavramlar;
‘Millet’in, ‘ulus’laşma adına Anayasa’daki ‘vatandaşlık bağı’ tanımına aykırı olarak ‘Türk’leştirilmesine ve diğer etnik kimliklerin ayrıştırılmasına;
‘İslam’ın, ‘laiklik’ adına ‘irtica’laştırılmasına, ırkçı bir yorumla Arap’laştırılmasına;
‘Atalarımız’ın, tarihi derinliğin yok sayılarak oryantalist/batı bakışlı ‘neo osmanlıcılık’ olarak itibarsızlaştırılmasına karşı tercih ediliyordu.
Etnik köken, kültürel gelenek, sosyal ve ekonomik farklılıkları bir arada yaşatabilecek üç önemli unsurdaki aşınma, kaçınılmaz olarak önce adaleti ve kardeşliği bozuyordu.
Adalet ve kardeşliğin olmadığı yerde kalkınma gayretleri de sosyal ve siyasal krizler karşısında eriyordu.
Görünürdeki kayıtlar bize bu kavramları kullananların cumhuriyet tarihinde en çok ‘siyasal iktidar’ olan partiler olduğunu gösteriyor.
Ancak esasen onlar hep ‘muhalefette’ kaldı.
İktidar alanları ordu ve ordunun kontrolündeki cumhurbaşkanlığı, yargı ve resmi kurum/kurulların, yani bürokrasinin/atanmışların kullandığı ‘devlet’ alanından arta kalan boşluklarla sınırlı kaldı.
Yol, köprü, bina yaptılar; su ve elektrik getirdiler...
Ama asla ‘siyaset’ yapamadılar, ‘demokrasi’ getiremediler.
Siyasetin sorumluluğu partilere/siyasetçilere verildi, yetkilerini ‘devlet/bürokrasi’ kullandı.
Başarısızlığın, çatışmanın günahı partilere/siyasetçilere yüklendi, devlet/bürokrasi ‘kurtarıcı’ oldu...
1923’ten 1950’ye kadar süren ‘tek parti’ döneminde bile 27 yılda 18 hükümet kuruldu.
1923-37 yılları arasındaki 14 yıllık Atatürk-İnönü döneminden sonra, CHP’nin ‘tek parti’ dönemi olan 13 yılda bile 11 hükümet kuruldu, 7 başbakan değişti.
1950’de “Millet, İslam, atalarımız, kardeşlik, adalet, kalkınma” diyenler Adnan Menderes liderliğinde Demokrat Parti dönemini yaşattı.
Darbeyle kesilen bu dönemin ardından 2002’ye kadar olan 42 yılda ise darbeler ve muhtıralar arasında 34 hükümet, 19 başbakan değişti. Ortalama ömürleri 1.2 yıl süren hükümetler tebrikleri kabul, devleti tanıma ve seçim kampanyası ile sürelerini tamamladılar.
Avrupa ve Japonya 1940’lardaki yıkımın ardından kendini yeniden inşa etmeyi başarırken, Türkiye başka bir şeyi söyletmeyi başardı kendi halkına:
‘Bizden adam olmaz’...
Ve son 12 yıl...
Milletin devletiyle buluştuğu bir sürecin adı.
Bu buluşma 80 yıllık darbe, engelleme ve yıkma deneyimine sahip çevrelerin saldırılarına ‘rağmen’ sağlandı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ilk gününde Türkiye’nin ‘kadim medeniyet kaynaklarıyla tekrar kucaklaştığını, özüyle ve ruhuyla buluştuğunu’ söylüyor.
Başbakan Ahmet Davutoğlu da bu ‘tarih ve medeniyet derinliği’ni vurguluyor; ‘yeni Türkiye’nin temellerinin ilk sırasına ‘özgüven’i alıyor; ‘Dünya ne der’den ‘Türkiye ne der’ aşamasına geçildiğini vurguluyor.
Türkiye ‘halklarıyla’ buluşuyor, yeniden ‘millet’ oluyor; millet devletiyle birleşiyor...
Milletin ‘kendi’ adamları ‘dava’nın temellerini koyuyor; hedeflerini belirliyor; coğrafi, sosyal, siyasal ve ekonomik haritasını çiziyor.
12 yıl sonra şimdi yeni bir şey söylemek lazım:
‘Bizden adam olur’...