Barış o denli önem taşıyor ki, olayların ‘kendim’ ile ‘yapılması gereken şey’ arasında bir engel oluşturmasına izin vermeyeceğim.”
Böyle diyordu Tony Blair adına Kuzey İrlanda barış görüşmeleri için zemin oluşturan Jonathan Powell.
Arkadaşlarını kaybetmişti, ama kanı durdurma özlemi acısından büyüktü.
BBC’nin web sayfasında yer alan D. Stenhouse’un derlediği bu yazı dizisinden “Benim İçin Öldürme” inisiyatifinden değerli Gülçin Avşar sayesinde haberdar oldum.
***
Bilmiyorum, böyle bir saldırıyı beklemeyen var mıydı?
Bunca kayıp verildiğine göre, “TSK’dan başka beklemeyen var mıydı?” diye sormak gerek belki. Beklenen bir saldırıda bu kadar ağır bir fatura ortaya çıkıyorsa, başka nasıl düşünmeli, ne sormalı acaba?
Artık hepimiz biliyoruz, çözüm için ne zaman güçlü bir irade oluşsa, PKK saldırır ve barış sözünü o iradenin ağzına tıkar. Çözüm adına ona umut bağlayan Kürtler için dahi izah edilemez saldırılardır bunlar. Önce bir sessizlik yaşanır ve ardından çatışmalar ve tartışmalar tekrar başlayınca o kritik andaki sabotaj gündemden düşer. İşlenen günahın büyüklüğü elbette unutulmaz; toplumsal bilinçaltındaki yerini alır; ama uzunca bir süre onu işleyenin karşısına da çıkarılmaz.
Aslında PKK’nın deklare edilmiş amaçları bakımından bile bir rasyonalitesi yoktur bu kritik süreçlerdeki sabotajların. Ama her seferinde yapar bunu. Belki bir “ulusal kimlik” oluşturmanın ancak çatışma ortamının devamına bağlı olduğunu düşündüğünden, belki başka bir sebepten, ama yapar. Ve sonra “izah eder.”
***
Çok muhtemeldir ki, tek başına PKK’nın “başarısı” değildir süreci sabote eden bu saldırılar.
“Şikeli savaş” nitelemesini yapanlar yerden göğe haklıdır ve Bingöl’de “33 erin PKK’ya sunulması” hadisesindeki gibi, “yap-boz”un devlet içinde bu sabotajı arzulayan ve tamamlayan parçaları da vardır.
Onlar için iç savaş çıkmış, Sünnilerle Aleviler arasına ateşi hiç sönmeyecek nifak girmiş fark etmez. İktidara el koyabilmek için ateşe vermeyecekleri şey yoktur. Söz konusu olan vatanı bir de kendilerinin kurtarması ve yönetebilmenin şehveti ise gerisi teferruattır.
***
Şimdi çözüm için ülke içinde ve dışında şartların bu kadar müsait olduğu, adım atmak için geniş bir mutabakatın oluştuğu bir atmosfer var ve bu kez iki tarafın kan tüccarlarına da prim vermemek gerek.
PKK’nın 10 üyesini feda etme pahasına bu saldırıya girişmesi, çözüm atmosferinden nasıl büyük bir telaşa kapıldığını açıkça gösteriyor.
Ama o ne yaparsa yapsın, Kürt Sorununun çözüm sürecinin tamamlanması için atılması gereken adımlar bellidir.
Ve korkmaya gerek yok, atılması gereken çok da adım kalmamıştır.
Kürtçe seçmeli ders önemli bir adımdı ve şimdi onu tamamlayıcı kalan birkaç adımı da atmak gerek.
Yer isimlerinin iadesi, anadilde eğitim, yerel yönetimler reformu ve Uludere Soruşturmasının adalete ve hukuka uygun biçimde sonuçlandırılması gibi konular, PKK bunları talep etmese, hatta vazgeçse ve tersini istese bile atılması gereken adımları ifade etmektedir.
Dahası bunların hiçbiri, Kürt olmayanlarda bazılarının sandığı gibi infial falan uyandıracak adımlar değildir (öyle olsaydı bile atmak gerekirdi, ama değildir).
***
Şimdi öfkeyle hareket etmenin zamanı değil. Sözlüklerden hikmet, basiret, dirayet ve sebat gibi kelimeleri seçmenin zamanı.
“Ne kadar zor olsa da, bisikletin pedalını hep ileriye doğru çevirmeniz gerekir. Bisikletin devrilmesine izin verirseniz, tekrar düzeltmeniz; ileriye doğru yol almanız son derece zorlaşır” diyordu Jonathan Powell,kendisine ait olan “Bisiklet Teorisi”nde.
Güçlü hükümet, sabotajlara rağmen yola devam edebilme iradesini gösterebilendir.
İspanya’da da Bask Sorunu’nun çözümü için en kapsamlı ve önemli adımların atıldığı dönemde ETA’nın saldırıları da tavan yapmıştı. Ama orada ısrarla ve inatla süreci tamamlayan siyasi irade, bugün kanı durdurmayı başaran irade olarak tarihe geçti.
Bizde de yapılması gereken budur.
Vatandaşın sağduyusuna güvenmek ve süreci tamamlamaktır şimdi hükümete düşen.
Tamamlayın şu süreci ve kan isteyenleri ellerinde silah çırılçıplak, gerekçesiz, bahanesiz ve yalnız bırakın.