Aynı çocuk üzerinde annelik iddia eden iki kadının öyküsünü bilirsiniz.
Hz. Süleyman, gerçek anneyi bulmak için ilginç bir yola başvurur. “Hanginizin gerçek anne olduğunu tespit edemedik, bu durumda çocuğu kılıçla ortadan ikiye bölelim, yarı yarıya paylaşın” der.
Kadınlardan biri çocuğun parçalanmasını kabul eder. Bunun üzerine diğer kadın feryat eder: “Hayır, gerçek annesi ben değilim, çocuğu o kadına verin!” der.
Süleyman çocuğu bunu söyleyen kadına verir, çünkü gerçek anne odur ve çocuğunun hayatta kalmasını, ona kavuşmaktan üstün tutmuştur.
***
Öcalan’a tecrit için mahkumların bedenini ortaya koymak ahlaki mi? Anadilde eğitime ilişkin haklı talebi dile getirmenin daha insani bir yolu yok mu?
Ya da anadilde savunma için ölüm orucu yapmak meşru mu? Özellikle de bu yasağın kaldırılacağı açıklanmışken.
Yoksa bütün bunlar, yasağın kaldırılmasını PKK’nın kazanımı gibi gösterme fırsatçılığından mı?
Bu soruların cevabının ne olduğunun bir önemi yok.
Önemli olan, ölmeyi ve öldürmeyi içine kolaylıkla içine sindirebilen bir zihniyet, bir siyasi kültür ve bir ruh haliyle karşı karşıya olduğumuz.
“Yüce bir ulusal dava” uğruna her biri yegane olan, her biri kendi ailesi için dünyalara bedel olan insanların hayatının hoyratça harcanabiliyor olması.
Birileri ölümü kutsuyor. Ölümlerin acısıyla derinleşecek etnik nefretin üzerine halkların kardeşliğinin falan kurulamayacağını pekala bildikleri halde.
Şu anda hapishanelerde yüzlerce tutuklu adım adım ölüme yaklaşıyor. Ve Maltepe Hapishanesi’ndeki bazı çocukların da açlık grevine başladığı haberleri geliyor. Önemli olan bu.
“Anadilde eğitim”den “anadilde savunma”ya kadar bütün hak talepleri meşrudur. Bu konuda hükümete baskı yapmak da.
Ama bunu yaparken, her meselede insan canını bir pazarlık unsuru olarak masaya koyan zihniyeti de mahkum etmek gerekmez mi?
Siyasi bir hedef için kendi canını ortaya koymak da başkasının canını almak kadar mahkum edilmesi gereken bir kötülük değil mi?
***
Açıkçası benim ölmekten ve öldürmekten başka yol bilmeyen bir örgütten beklentim yok.
“Ölmeyin, öldürmeyin, ulusal, siyasi veya kültürel bir talep için bir seçenek olarak ölümü tamamen masadan kaldırın” demek yerine, “muhalif aydın” olmanın kolaycılığına kaçıp, topu sadece hükümete atanlardan da.
Ama bu “mesel”e atıfta bulunarak “biz çocuğun anasıyız” diyen Başbakan Erdoğan’dan beklentim var.
Şu an ölümün hızla üstlerine doğru geldiği yüzlerce mahkum var. Bunların bir kısmı da çocuk.
Biliyorum, bazıları işledikleri suçlara bakıp “gebersinler” diyecek. Uzlaşma sağlanırsa PKK bunu “kendi kazanımı” gibi sunmak için propaganda yapacak. İki grup da sizi kutlamayacak.
Ama siz 80 yıllık kangrenleşmiş bir sorunu çözmeye, kavmiyetçi kötülüğün ürünü olan nefret ateşini söndürmeye talipseniz, çocuğun anası gibi davranmak zorundasınız.
Bırakın Kürt ittihatçıları bunu kendi “kazanım” hanelerine yazmaya baksınlar.
Siz yaşatmaya bakın.
Tecridin kalktığını ve anadilde savunma hakkının iade edileceğini açıklayın.
Hapisteki PKK’lılar için değilse bile onların evdeki çocukları için.
Zor olan, kaybetmeyi göze alma pahasına çocuğu yaşatmaktır. Emin olun insanlar bunu anlayacaktır, inanıyorum ki Allah da bunun ödülünü verecektir.
Tıpkı kaybetmeyi göze alma pahasına “çocuk benim değil” diyen anneye verdiği gibi.
***
Bırakınız kutlasınlar!
Cumhuriyet Bayramını Mustafa Kemal’in heykeline çelenk koyarak kutlamak isteyenlerin hangi yasaya veya yönetmeliğe dayanarak engellendiğini bilmiyorum.
Ama her ne ise, o yanlış.
Kutlamak isteyen dilediği gibi kutlayamıyor, istemeyen ise hala törene gitmek zorunda.
Bırakın 24 saat Atatürk büstüne çelenk koysunlar, saygı duruşunda bulunsunlar, tören üstüne tören yapsınlar, istiklal marşı üstüne onuncu yıl marşı okusunlar. Kutlamak isteyen için bütün alanları açın.
Sabahları kös kös, hiç inanmadığı ve kutlamak istemediği bir “bayrama” giden öğrencileri ve bürokratları ise azat edin.
Normalleşme budur.