Pilevneli Project’teydim Cumartesi günü. “Doğu’nun Kıyısı” adlı sergisi devam etmekte olan fotoğraf sanatçısı Silva Bingaz ile sanat eleştirmeni Ayşegül Sönmez’in söyleşisini dinlemeye gittim. Bu vesileyle Bingaz’ın bir kısmı daha önce İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Karaköy’de Sanat Limanı’na dönüştürülen Antrepo 5’te sergilenen fotoğraflarıyla yeniden ‘ilişki kurma’ fırsatı buldum.
“Doğu’nun Kıyısı” Silva Bingaz’ın 2002 yılında fotoğraf üslubunu şekillendirirken başladığı “Kıyı” serisinin bir uzantısı. 2010 yılında “Japonya’ya Avrupa Bakışı” isimli bir projeye Almanya’dan Andreas Gefeller ve Macaristan’dan Gábor Arion Kudász ile birlikte çağrılan Bingaz, buradan çarpıcı ve orijinal karelerle döndü. “Doğu’nun Kıyısı”nı onlar arasından derledi.
Pilevneli Project’teki sergi Sanat Limanı’ndakinden daha çok sayıda ve birbirinden farklı boyutlarda fotoğraflardan oluşuyor. Bingaz, izleyici üzerinde bırakacakları izlenimi ince ince hesaplayarak grupladı ve hangi odada yer alacakların saptadı. 16 Mart’a dek açık kalacak olan sergiye giderseniz tesadüfi bir yerleştirme olmadığını bilerek gezin.
***
Bingaz’ın fotoğraflarında tarifi zor bir çekicilik var. Bir klasik güzellik vardır bakmaya doyamadığınız... Bir de çok etkileyici olduğu için bakmaktan kendinizi alamadığınız şeyler vardır. Gizemlidir, merak uyandırır, çözmeye çalışırsınız, sanki baktıkça başka şeyler göreceksinizdir. Bingaz ile Sönmez söyleşirken gözlerimi duvarlardaki fotoğraflardan ayıramıyordum. Sönmez, Bingaz’ın fotoğrafların çok kişisel oldukları övgüsüyle başladı söyleşiye. Onun göstermediğini, gördüğünü söyledi. Bir bakışta tanınan işlere imza atmasının ardındaki sırrı güzel tarif etti!
Fotoğraflardaki çekiciliğin kaynağı da bu: Onlara tıpkı sanatçının vizörden baktığı gibi bakabilmeye uğraşıyoruz. Buna olanak verecek kadar “zamansız”lar, mekanı hep ikinci plana atıyorlar, bizi neresi burası ve hangi zamandayız sorularından uzaklaştırıp, kim bunlar, ne anlatıyorlar sanatçıya sorularıyla meşgul ediyorlar. “Her fotoğraf bir manifest” diyen Bingaz’ın o ortamda deklanşöre basarken hissettiklerini hissetmeye, düşündüklerini düşündürmeye gayret ettiriyorlar.
***
“Doğu’nun Kıyısı”nda kapsamında sergilenen fotoğraflarda bana göre bir gerilim de var. Bingaz çoğu zaman yüzlerini göstermediği ya da ifadeleriyle meydan okuyan bedenleri çekmiş. İnsanlar arasındaki ilişkilerdeki şiddet potansiyeli, iktidar savaşı, ezilmişlik, mahkumiyet (tel örgüler ve ağlar ardındaki hayvanlar, hatta çok uzun saçlar ardına mahkum edilmiş hayvan gibi çömelmiş bir insan), doğal ortamın (kara) ve ömrün sınırına dayanma temaları zihnimize doluşuyor. Bingaz söyleşide “İnsan ruhunu bir sarmal gibi açmaya çalışıyorum” deyince daha da netleşti bu temalar...
Edebiyattan beslenen Bingaz, fotoğraflarının genel hissiyatını “Hayatın sonuyla ilgili bir sıkıntım var” cümlesiyle tanımladı. “Doğum sancısının içinde ölüm korkusunun bulunması” misali hayatın sonunun ne olduğunu bilmeden onu çekmeye çalıştığını söyledi. Japon küratör Mikiko Kikuta sergi kataloğu için yazdığı önsözde Bingaz’ın fotoğraflarındaki bu hali Japon kültüründe “yomotsuhirasaka” sözcüğüyle ifade edilen yaşam ve ölümün ayrılmaz biçimde bir arada oluşuna benzetiyor. Bu yüzden Bingaz’ın Japonya gidişinin “kaçınılmaz” olduğunu düşünüyor. Bingaz da Tottori’de çektiği “Doğu’nun kıyısı” fotoğraflarının kendi ifadesiyle “hayatın kıyısı” temsil ettiğini söylüyor.
İzleyicisini de o kıyıya götürebilen ve kendi bakışını onunla paylaşabilen, fotoğrafın sahici bir sanatçısı Silva Bingaz. Bir kez daha bunu idrak ettim Pilevneli Project’teki “Doğu’nun Kıyısı” sergisinde.