Oğuzhan’ın yokluğu, Necip’in stopere çetilmesi, 7 aydır lig maçı görmeyen Mehmet Akgün’ün ilk onbire alınması gibi, bir çok risk yüklü sebep; Beşiktaş’ın başlama düdüğünden önceki açık kuşkularıydı. Ama maça öyle bir başladılar ki; bu tür maçlarda güçlüye başkaldırarak açık oynamayı seven Sivasspor’u bile, kendi yarı sahasında bloke ettiler.
Beşiktaş neredeyse gözü dönmüş bir şekilde yükleniyor, pozisyon üstüne pozisyon buluyordu. Gol beklenen süreden çok önce gelince, uyguladığı baskı giderek erozyona uğradı ama; gene de oyundan kopmadılar. Sadece Sivas, kafa tutmak için fırsat bulmaya başladı. İlk devrede bir şutları direkten dönse de; Beşiktaş’ın kaçırdıkları hem sayıca üstünlük hem etkinlik açısından, daha ön plandaydı.
İlk yarının, penaltı beklenen iki pozisyonu oldu; hakem ikisine de devam dedi. Doğruydu... Çünkü Almeida’nın sokuluşunda; savunma topu ayağından sökerken, ona takılıp düştü. Diğerinde ise, top vücuda bitişik duran kollara çarptı. Beşiktaş’ın bunlardan penaltı beklentileri boşunaydı.
***
Almeida son haftalarda gritik goller atıyor, takıma ciddi katkılar zaten sağlıyordu ama; dünkü isteği, çalışkanlığı, maçın içinde kalma coşkusu, geçmiş maçlardan çok daha öndeydi ve çok daha önemdeydi. Sıkı bir Beşiktaşlı gibi oynadı... Fernandes gibi saklanarak durumu idare etmiyor. faydalı olmak için çabalıyor. Zaten onun için; biri oyunda kaldı, diğeri erkenden oyundan alındı.
***
Oyunun ikinci yarısı, kopuk kopuk oynandı. Orta sahalardaki trafik denetimi kalktı, herkes gönlünce sürat yapmaya başladı. Bu durum belirgin bir kargaşa getirmedi ama, oyun disiplini açısından hocaların pek seveceği bir olgunlukta değildi. Bu gevşeme Sivas’a yaradı. Attıkları gol şahaneydi.
Bazıları, “Fernandes belki kötüydü ama, o çıktı takım dağıldı” diyenler çıkabilir. Bunun gerçekle hiçbir ilgisi yok. Evet, onun tarzında teknik bir futbolcu sahada yoktu ama; kopukluğu ona bağlamak (En azından dünkü maç için) doğru değil.