Şu aralar bazı dış politika yorumcularının hedefinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu var. Onu özellikle Suriye politikasından dolayı suçluyor, bu ülkeyle “sıfır sorun”dan çatışma noktasına nasıl geldiğimizi soruyorlar.
Ancak bence Türkiye’nin Suriye politikası baştan beri doğru.
Neden mi?
Önce “komşularla sıfır sorun”un içeriğini hatırlayalım. Gerek Davutoğlu’nun gerekse Başbakan Erdoğan’ın çeşitli kereler işaret ettiği gibi, bu politikanın özünde Türkiye’nin dış dünyaya yönelik paranoyak bakışını değiştirmek yatıyordu. “Dört tarafı düşmanlarla çevrili ülke” olmaya inanmayı bırakıp, komşulara dost elini uzatmak fikri vardı bu siyasetin altında.
Bu siyaset bugüne dek işe yaradı da. Türkiye düzinelerce ülke ile vizeleri kaldırdı, ticaretini büyüttü. Irak Kürdistanı gibi, 2000’lerin ortasına kadar Türkiye’nin düşman bellediği güçler giderek dostumuz oldu.
Ancak Türkiye’nin dışarıya bakışını değiştirmesi, dışardaki herkesin de olumlu anlamda değişeceğinin garantisi değildi elbette. Siz el uzatırdınız, ama karşı taraf elinizi sıkmazsa günah sizden giderdi. Suriye’de biraz böyle bir durum var. Dahası, bir de “Arap Baharı sonrası Ortadoğu realitesi” var ki, bunu biraz açalım.
Yeni Ortadoğu ve Türkiye
Arap Baharı öncesi Ortadoğurealitesi şuydu: Bölge, ceberrut rejimlerle doluydu. Bu rejimlerin hakları da, yönetimden memnun olmasalar bile, en azından “sükunet ve istikrar” içindeydi. (Hatta bu nedenle “Müslüman kültürler otoriter rejim sever” gibisinden Oryantalist tezler yankılanıp duruyordu Batı’da.)
Böyle bir durumda da Türkiye’nin bölgedeki rejimlerle ilişkilerini geliştirmesinden daha doğal bir şey olamazdı.
Ancak Tunus’la başlayıp Mısır’la devam eden Arap Baharı, “otoriter rejimlere karşı demokrasi talebiyle sokağa dökülen halklar” diye yeni bir realite üretti. Bu zincirleme reaksiyon, ne Batı’da ne Doğu’da kimse tarafından beklenmiyordu. Dolayısıyla herkes yeni pozisyonlar almak zorunda kaldı.
Mesela Fransa, Tunus’taki Bin Ali rejimini kurtarmaya çalıştı evvela. Baktı olmuyor, “kazanan tarafa” oynadı ve bunu netleştirmek için de Libya’da ön aldı. Ama tüm bunlar, ne Fransa’nın ne de yakın zamana kadar Mübarek gibi “laik” diktatörlere arka çıkmış olan ABD’nin ikiyüzlülüğünü gizleyemedi.
Bir diğer ikiyüzlü ülke ise İran oldu. Zaten sevmediği Tunus ve Mısır rejimlerinin yıkılmasına alkış tutan Tahran, aynı dalga stratejik ve mezhepsel müttefiki Suriye’ye ulaşınca 180 derece döndü. Eli kanlı bir diktanın eli kanlı dostu oluverdi.
Türkiye ise Arap Baharı’nı ilk baştan beri ilkeli bir biçimde destekledi. “Bahar”ın iç savaşa dönüştüğü Libya ve Suriye’de Kaddafi ve Esad rejimlerini diplomasi yoluyla iknaya gayret etti önce. Ama bu rejimlerin iktidar uğruna katliama devam etmesi üzerine, her iki ülkede de muhalefete arka çıktı.
Yeni Suriye ve Kürtler
Adım gibi eminim ki, Türkiye’nin söz konusu politikası, ahlaken doğrudur. Öyle ki, bugün Türkiye hükümeti, Taraf’tan Yıldıray Oğur’un ifadesiyle “dünyada Suriye ile ilgili en samimi ve doğru yerde duran birkaç ülkeden biri”dir. Bu doğruluk, “kazanan tarafta olmak” kaygısından üstündür benim gözümde. Ancak o kaygının sahipleri de endişe etmesinler: Esad rejimi yakında devrilecek, demokratik bir “Yeni Suriye” kurulacak ve o da Türkiye’nin iyi bir dostu olacaktır.
Bu müstakbel Suriye içindeki Kürt varlığından rahatsız olanlar içinse şunu söyleyeyim: Evet, PKK’nın buradaki varlığı ve son günlerin taşkınlıkları bir haklı bir endişe sebebidir. Ancak Suriye’de oluşacak muhtemel bir Kürt bölgesi, aynen Irak Kürdistanı gibi, Türkiye’nin dostluğuna ihtiyaç duyacaktır ve bu da zamanla inşa edilebilir. Tüm bu karmaşık dönüşümle baş etmek içinse, Davutoğlu’nun vizyonuna, enerjisine ve idealizmine hala ihtiyacımız var...