Perşembe ve Cuma günleri sosyal barışı dinamitleyen üç çirkin olay yaşandı.
Önce Avukat Afşin Hatipoğlu, sonra da, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ ve İYİ Parti’ye yakınlığıyla bilinen gazeteci Orhan Uğuroğlu evlerinin önünde saldırıya uğradılar.
Siyasi ve fikri tartışmalar hakaret içermeden yazıda ve sözde kalmalıdır. Fiziki müdahale haddi aşmaktır!
‘Ama’sız ‘fakat’sız ‘lakin’siz hemen ifade etmeliyim ki bu saldırıları şiddetle kınıyorum.
Cumhurbaşkanı yardımcısı, iletişim başkanı ve AK Parti grup başkan vekili de bu şiddeti kınamış, İçişleri Bakanı mağdurları doğrudan arayarak harekete geçmiş ve faillerden üçü de yakalanmıştır.
Durum böyleyken muhalefet partilerinin genel başkanları ve sözcülerinin iktidarı suçlayan açıklamaları en az saldırıda bulunanlarınki gibi taraftarlarını kışkırtıcı ve sosyal barışı tehdit edici tepkilerdir.
Âkil siyasetçi bu tür eylemlere karşı itidalli davranan ve sükûneti tavsiye eden tavırlar takınmayı bilmelidir.
Bir şiddet olayında, iktidara duyduğu öfke ile konuşup, doğrudan cumhurbaşkanını itham etmek siyaset dili değil nefret dilidir. Nefret dili nefreti, nefret şiddeti tetikleyebilir.
Aklın yolu birdir, o da başta siyasi liderlerin ve taraftarlarının nefret ve öfke dilini bir kenara bırakıp muhaliflerinin tabanını kazanma istikametinde söylem geliştirmeleridir.
Siyaset gönül kazanma ve bu yolla oy devşirip iktidar olmanın adıdır. Gönül kazanmadan oy alınmışsa o oy her an başka tarafa kaçacak demektir.
Kendisini desteklemeyen gazetecilere, öğretmenlere, çiftçilere, hakimlere, savcılara hakaret ederek, kendisine oy verenleri ahlaklı vermeyenleri ahlaksız diye sınıflandırarak siyaset yapanlar kendi kısır döngüleri içinde kalmaya mahkum siyasi sabıkalılardır. Muhalefete mahkûmdurlar.
Dün birlikte siyaset yaptığı partisinden ayrıldıktan sonra bugün eski partisine ve genel başkanına en ağır eleştirileri yöneltenlerin ve her olumsuzluğu eski partisine bağlayanların yöntemi de gönül kazanma siyaseti değildir. Aksine eski partisini destekleyenlerin gönlünü kırmaktan ve aradaki mesafeyi açmaktan başka bir sonuç doğurmamaktadır.
Hele de dini hassasiyeti gerekçe yaparak başka partilerdekileri itham etmek dini istismardan başka bir şey değildir.
Ben dünyaya iman perspektifinden bakmaya özen gösteririm. Olayları da şahısları da inanç ilkelerimden hareketle değerlendirmeye çalışırım.
Benim temel ilkem şudur. Her Müslümanın iki topluluğu ve bağlılığı vardır. Biri asli topluluk bağlılık diğeri ise tâli topluluk bağlılık.
Müslümanın asli topluluğunu ‘Müminler kardeştir’ ilkesi belirler. Bu topluluğun kısa adı ‘ümmet’dir. Müslümanın dili, rengi, ırkı, kabilesi, ülkesi, mezhebi, cemaati ve partisi farklı da olsa benim kardeşimdir. Bu kardeşlik ilkesi diğer bağlılıkların üstündedir.
İkinci topluluk ve bağlılık mezhep cemaat ve parti gibi farklı sosyal birlikteliklerdir. Bu birliktelikler iman kardeşliğinin üstünde değildir.
Bizim toplum olarak en büyük yanlışımız bu iki bağlılığa tersinden bakıyor olmamızdır.
Cemaati, mezhebi, tarikatı dernek veya partiyi öne koyup ümmet bilincini ikinci plana itmek Müslümanlar arasındaki kardeşliği muhabbeti ve dayanışmayı katleden en büyük hatadır.
Her şeye cemaat dernek ve parti gözlüğüyle baktığımız zaman cemaatimize derneğimize veya partimize mensup olmayan milyonları dışlamış oluruz.
Ben şahsen ‘Müminler kardeştir’ ilkesinden yola çıkarak partime mensup olmasa da partimi desteklemese de bütün Müslümanları kardeş olarak görüyorum. Birisi Müslüman ise CHP’li de olsa, HDP’li de olsa, MHP’li de olsa, İP’li de olsa, SP, GP ve SP’li de olsa benim kardeşimdir.
Benim partimden ayrılmış olanlara dinden çıkmış muamelesi yapmam. Onlarla İslam kardeşliği çerçevesinde hukukumu devam ettirmeyi tercih ederim. Onları kaybetmeyi değil tekrar kazanmayı düşünürüm.
İslami bakış açısı sadece Müslümanları kucaklamayı değil gayr-i Müslimlere de kucak açmayı tavsiye eden cihanşümul bir bakıştır.
Peygamberimiz Efendimiz bütün insanlığa gönderilmiştir, insanların tamamı onun ümmetidir. Davetine icabet edip Müslüman olanlara ümmet-i icabet diğerlerine ise ümmet-i davet denir.
Nerede bu ulvi çerçeve nerede bugünkü kısır siyasi bakış?!