Her yanımız şiddet... Futbolda, evde, okulda, trafikte, televizyonda, neredeyse her yerde... Ve hepimiz bundan şikâyet ediyoruz... Ve ne yazık ki bunun için kendimizi sorgulamaktan çok başkalarını suçluyoruz. Hatta aydınlarımız bile şiddetin ne kadar kötü olduğunu anlatmaktan çok onu anlamaya, hatta hoş görmeye çalışıyor:
İlk örnek sol-şiddet ilişkisi... Eski Dev-Genç liderlerinden, 78’liler Girişimi Başkanı Celalettin Can yaşını başını almış, ama anlaşılan o da hâlâ eski kafada. “70’lerde sol silahlanmak zorundaydı. Bu ülkede yenilmeyeceksin, ölmeyeceksin. Yenilirsen vururlar, ölürsen unuturlar” diyor. Düşünebiliyor musunuz, yıl 2012 ve bir kanaat önderi bizleri yaşamak için yaşatmamaya çağırıyor.
Ne yazık ki Sayın Can bu konuda yalnız değil. Sol, hâlâ günahlarını sorgulamaya hazır değil. Suçu bazen ‘faşist devlet’e atıyor, bazen ülkücülere, bazense Amerika’ya. Bir tek kendisi temiz, bir tek kendisi barışçı (!) Evet, doğrudur, o yıllarda bizzat sözde güvenlik güçleri ideolojik grupları silahlandırdı veya silah kullanmaya teşvik etti. Ancak hiçbir tahrik ve teşvik aklı olan insanoğlu için suçtan kurtulma gerekçesi olamaz. Öyle olsaydı her katil kendince haklı gerekçesi dikkate alınarak serbest bırakılırdı.
***
Şiddeti meşrulaştırma yarışına iki gün önce yazar Murathan Mungan da katıldı. Radikal’e verdiği demeçte Mungan bir yandan “şiddetin hiçbir çeşidinin savunulur bir yanı olmadığını biliyorum, ama şiddete başvurmaktan başka hiçbir çaresi kalmamış insanları da anlıyorum. Şiddeti meşrulaştırmıyorum anlamaya çalışıyorum” diyor ama bu anlama belli ki hoş görmeyi ve kabullenmeyi de içeriyor. Nitekim cümlelerinin devamında Kürt açılımını, yani demokratikleşmeyi tamamen PKK şiddetine indirgediğini anlıyoruz.
“Türkiye bugün Kürt realitesini tanıdıysa, bunu Türk siyasetinin kendi dinamikleriyle demokratik evrilmesine değil, Kürtlerin başkaldırısına borçlu. Keşke bunun başka bir yolu olsaydı, bu kadar çok insan ölmeseydi” diyor.
Mungan da diğer bazı aydınlar gibi yanlış varsayımlardan hareket ediyor. Sanki AK Parti hükümetlerini PKK iktidara getirdi. Sanki 2002’de ulusalcı-Ergenekoncu grupları bünyesinde barındıran partiler iktidar olsaydı Kürt açılımı da gerçekleşecekti. Elbette PKK terörü Türkiye’ye pek çok politikayı empoze etmiştir. Ancak bunlar daha fazla demokratikleşmekten çok, daha fazla militarizm ve şiddet şeklinde gerçekleşmiştir. Eğer PKK olmasaydı Özal’ın veya Erdoğan’ın üreteceği Türkiye bugünkünden çok daha demokratik olabilirdi. 1970’lerde sol-sağ, sonrasında ise PKK terörü olmasaydı askerlerin sistemden atılması çok daha hızlı gerçekleşebilirdi. Bugün Türkiye’nin Kürt açılımında ilerlemesi yavaşlamışsa bunun da temelinde terör ve şiddet vardır.
***
Şiddeti adeta içselleştirmişiz. En devrimci, en demokrat görünenimizin içinde bile bir şiddet-sever var. Baksanıza Fenerbahçe-Galatasaray maçından sonra bile “evet petrol istasyonunu havaya uçurmak istedik ama sorun bakalım neden yaptık. Biraz da bizi anlamaya çalışın” diyebiliyoruz. Yaptığımız akıl almaz hataları biber gazına bağlayabiliyoruz...
Unutmayalım şiddet ve başkalarını suçlamaktan başka çıkış yolları da var. Zulüm dahi bizlere ancak meşru müdafaa hakkı verir, karşı zulüm hakkını değil. Meşru müdafaa ise saldırıyı bertaraf etmektir, yeni saldırılar yapmak değil... Zulmedilen zulmederse o da zalim olur. Tarihimiz şiddete başvuranların nasıl kaybettiği ve tüm ülkeye nasıl kaybettirdiğinin örnekleriyle doludur. Diğer taraftan fikre yatırım yapanlar hep kazandı, kazanmaya da devam ediyor. Bunun örneklerini görmek isteyenler birazcık etraflarına bakarlarsa ne demek istediğimi çok daha iyi anlarlar.