Önümüzdeki dönem siyasetin hangi sorunlar ve başlıklar üzerinden yoluna devam edeceği sorusu, eninde sonunda gelip AK Parti’nin gündemiyle örtüşüyor. Bir başka deyişle, siyasetin anlamak ve yönetmekle sorumlu olduğu ana sorunları alt alta yazdığınızda bunlara dair sözü olan AK Parti’den başka bir adres görünmüyor.
Yakın tarihimizdeki rolü ve siyasi sınırlarımızı çok aşan boyutlarıyla Kürt sorunu, bu alanda ne söylediğimiz, ne yaptığımız ve bundan sonra ne yapacağımız coğrafyamızın kaderini belirleyecek kadar önemli. Hangi gerekçe, denge ya da dengesizlik üzerinden olursa olsun, mazeret kabul etmeyecek bir noktadayız.
Türkiye, Irak ve Suriye’de yaşayan Kürtlerin, elbette farklı ideolojik yaklaşımlar, partiler, yapılar ve ilişkiler üzerinden devam eden siyasi serüveni; kabul etsek de etmesek de ortak bir parantezin güçlü sinyallerini veriyor. Aktörler üzerinden baktığımızda, Öcalan, Barzani ve diğerleri, birbiriyle uzlaşamaz, ortak hareket edemez gibi görünen yapıların, beklenmedik bir hızla ve şu anda hesaba bile katmadığımız etkenlerle yakınlaşabileceği ihtimalini nedense çok az dikkate alıyoruz.
Burada artık bir konuda net olmak gerekiyor. Geçmişte denenen ve sonuçları bizim açımızdan daha vahim olan ‘Kürtler arasındaki ayrılık ve çatışmalar’ üzerinden siyaset üretmek, tarihin bu anında anlamsız ve stratejik açıdan da karşılıksız kalmaya mahkum. Türkiye’nin kendisine dayatılan devasa bir sorunu doğru anlamadığı, güvenlik merkezli algılarla yönetmeye çalıştığı döneme ait yaklaşımlar, bugün çok daha vahim sonuçlar üretebilir.
Türkiye, bugün geçmişin bu ve benzeri hatalarından sıyrılarak dünyaya bakmaya çalışıyor. Bunu tekrar gündeme getirmemin tek nedeni, güvenlik bürokrasisinin Türkiye’nin değişim sürecinin hala çok gerisinde reflekslere sahip olması ve özellikle PKK/BDP hattının provokatif yaklaşımlarına tepkiyle geçmişe dönme potansiyeline sahip olması.
***
Elbette bir da madalyonun öteki yüzü var. Benzer bir başka yaklaşım ise, doğrudan konuşmanın zeminleri varken, bunları bir kenara bırakıp farklı arayışlar içinde olmak. Burada ise özellikle Türkiye’de PKK/BDP hattının ortaya koyduğu akıl almaz bir sorumsuzluk var. Bunca sıkıntıya, hassasiyete ve zorluğa rağmen inşa edilen müzakere zeminini, önce vandalca eylemler organize ederek, ardından maskeli saldırılar düzenleyerek ve sık sık da bizden sonrası tufan mantığı ile şantajla yok etmek isteyenler, gerçekten ne yaptıklarını bilmiyor olsa gerek.
Ne yazık ki geçtiğimiz Ekim ayında yaşanan olaylar, sokakları bir anda yangın yerine dönüştüren anlayış, süreci nasıl yaraladığının ve geriye götürdüğünün farkında görünmüyor. Şiddeti hala ve ısrarla bir şantaj unsuru olarak elinin altında tutan bir zihniyetin, bunu anlaması da mümkün değil.
Şimdi yeniden sahneye çıkıp süreci devam ettirmek gerekiyor diyenler, yaşanan olayların muhasebesini yapmış görünmüyorlar. Oysa Türkiye, müzakere sürecini sadece bir grupla, toplulukla ya da terör üzerinden ayakta kalmaya çalışan bir yapıyla değil, doğrudan ve dolaylı tüm bölgeyle ve küresel ölçekteki aktörlerle yürütüyor.
Bunu anlamayanların, yeniden süreçten bahsetmesi samimi olamaz. Çünkü bu ülkeyi değil, çıkarlarını müzakere etmek istiyorlar. Türkiye yoluna devam ederken, onu her adımda sabote edenler, böyle bir tabloda kendilerine nasıl bir rol biçiyorlar, gerçekten anlamak çok zor.