Söylemesi ayıptır, geçen yıl, başkanlık seçiminden iki ay kadar önce yazmıştım ve kendi politikalarını “dayatamayan” yeni başkanla da Amerika’nın istikametinde temel bir değişiklik olmayacağını söylemiştim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerika ziyaretinden iki gün önce Donald Trump’ın PYD terör örgütüne silah verilmesi yönündeki teklifi gözünü kırpmadan onaylaması bize “durumu” anlatıyor.
Demek ki bir şey değişmedi, değişmeyecek.
Trump ilkini beğenmemişti, “Hangi zevzek memur hazırladı bunu?” diye çıkışmış, yenisini sipariş etmişti ama Pentagon’un hazırladığı yeni Rakka planı da farklı değil: Eskisinin nispeten tashih edilmiş, sağına soluna “çıkmalar” yapılmış bir kopyası...
Meselenin “Rakka’yı kurtarmak” olmadığı, asıl hedefin Ortadoğu’ya yeni bir harita dayatmak (Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridoru oluşturmak) olduğu artık Kemal Kılıçdaroğlu gibilerin de malumu.
Bu iddiamı gerekçelendirmeden önce de, eski CIA Başkanı John Brennan’ın bir öngörüsünü aktarmıştım
Ben “öngörü” diyorum, siz “projeksiyon” anlayın.
CTC Sentineladlı yayın organına mülakat veren Brennan, Suriye ve Irak’taki devlet yapısının “yeniden telafi edilemeyecek şekilde zarar gördüğünü” söylüyordu ve sözlerini şu manidar tahminle noktalıyordu: “Suriye ve Irak’ta toprak bütünlüğünün sağlanabileceğinden kuşkuluyum. Etnik ve mezhepsel gerginliklerin sürmesi iki ülkeye de zarar veriyor. Yakında iki ülkede de Kürt bölgeleri gibi özerk bölgeler ortaya çıkabilir.”
Brennan ilginç bir istihbaratçı.
Bazı konularda, Obama ve Pentagon’daki “kalıntılarıyla” ters düşüyor.
Özellikle Türkiye konusunda...
Ki, “Türkiye’yi anlayalım ve kollayalım” demeye getiren çok sayıda beyanatı vardır.
Eski yönetimle ters düşse de, ülkesinin Ortadoğu politikası konusunda çok da şekvacı görünmüyor. En azından yüksek sesli bir itirazda bulunmuyor.
Hep, “Bunlar, bunlar olacak” diyor...
Dediği gibi de oluyor...
Suriye ve Irak’ın bölüneceğini (toprak bütünlüğünü muhafaza edemeyeceğini) söylüyorsa, bizim buradan “öyle olması için çaba gösteriliyor” sonucunu çıkarmamız gerekiyor.
Bir televizyon yayınında, DEAŞ için, “yed-i emin” tanımlamasını kullanmıştım.
Rakka, çünkü, “işgal” edilmedi.
Bunu Musul için de söyleyebiliriz.
İki bölge de, bir tür yed-i emin işlevi gören DEAŞ’ın kontrolüne bırakıldı.
Bunu nasıl anlıyoruz?
Muhakeme yürüterek...
DEAŞ’ın, Musul’u, “serseri mayın” özelliği gösteren 800 kişilik bir birlikle teslim aldığını canlı yayında izledik. Pikaplarla, ağır silah tanımına girmeyen silahlarla girdikleri Musul’u, karşılarındaki ağır silahlarla donatılmış 50 bin kişilik Irak ordusuna rağmen birkaç saat içinde kontrolleri altına aldılar.
DEAŞ nasıl oldu da, “tek mermi atmadan ve hatırı sayılır bir kayıp vermeden” şehre girebildi? İlaveten, Amerika’nın zırhlı birliklerine ve ağır bombardımanına rağmen, aynı DEAŞ bugüne kadar Rakka’da nasıl barınabildi?
DEAŞ’ın varlığından ve uyguladığı “vahşi terör”den yakınanlar Musul’u ve Rakka’yı temizlemek için neden yıllarca beklediler?
Dahası, neyi bekliyorlar?
Çünkü amaç DEAŞ’ı temizlemek değil, Irak’ın ve Suriye’nin parçalanmasını hızlandırmak.
Brennan, “Etnik ve mezhepsel gerginlikler” diyordu.
Mezhepçi asabiyetle bakanlar (İran başta olmak üzere), Irak’ın bölünmesine eşsiz katkılar sundular.
PYD eliyle de Suriye’yi bölmek ve sınırlarımıza bir “terör devleti” çakmak istiyorlar.
Hesap bu! Ve Türkiye’yi bu hesaba razı etmeye çalışıyorlar.