Başlık Arapça bir ibarenin Türkçesidir. Özellikle tarikat erbabı tasavvufa teşvik için kullanır. Ama işin aslı öyle değildir.
Buradaki şeyhden maksat öncü, usta, üstat demektir.
Mesela, Burhan Felek için şeyhulmuharririn denirdi. Daha sonra Ahmet Kabaklı için de bu paye kullanıldı.
Yani muharrirlerin -yazarların- üstadı demektir.
***
Nereden mi çıktı şimdi bu mesele. Hemen söyleyeyim. Bizim Ersoy Dede sebep oldu.
27 Mart Salı günü gazetemizin Şehir Buluşmaları kapsamında Şanlıurfa’da ki panelde moderatörümüz Ersoy Dede bana şu soruyu yöneltti: 'Bir çocuğumuzu yerden bombayla tuzaklanmış Kur’an-ı Kerim’i kaldırırken şehit verdik. Yani bir yanda kutsal kitabımızı bombayla tuzaklayan bir örgüt bir yanda da savaş şartlarında bile o ayetleri yerde bırakmayan bir iman.. Söyler misiniz, kimlerle kimler savaşıyor cephede?’
Aslında sorunun cevabı çok basitti ‘Gerçek İslam’ı temsil edenlerle sapkınlar arasında geçiyor bu savaş’ dedim ama bunu biraz açmak gerekiyordu.
İşte ‘şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır’ sözünü orada kullandım.
***
Maksadım da zaten şeytana teslim olmuş Marksist Leninist ideoloji mensubu terör örgütü mensupları değil İslam adına cinayet işleyenlerin şeytanın oyuncağı olmalarıdır.
Kendilerince İslam devleti kurduğunu ilan edip İslam’la uzaktan yakından ilişkisi bulunmayan eylemler gerçekleştirenlerin içine düştüğü gerçeği açıklamak için bu ifadeyi kullandım.
Kendileri gibi inanmayanları müşrik ilan edip sudan bahanelerle boğazlayan yüksek binalardan atarak infaz yapanlar verdikleri hükmü Kuran’a ve Peygamber sünnetine dayanarak verdiklerini söylerler.
İşte şeytanın şeyh yani üstat olduğu yer burasıdır.
***
Bu infazları yapanlar ve savunanlar kendilerini selefi olarak tanımlamaktadırlar. Yani 14 asırlık İslami ilimlerdeki gelişmeyi ve birikimi yok sayarak ilmi ehliyeti bulunmayanların ayet ve hadisten doğrudan hüküm çıkarmak gibi bir yanlış yola sapmalarıdır.
Selefi salihin bunlardan beridir. Sahabeler bile böyle davranmazdı. Meselelerini aralarındaki ilim ehline danışırlardı. Seleften maksat da o dönemde yaşan herkes değil odönemin âlimleriydi.
Âlimler de öyle gelişigüzel değil işin usulüne -metodolojisine- uygun davranırlardı.
***
Dikkat edin bu tür eylemleri yapan veya savunanlar kendileriniHanefi, Şafii, Maliki veya Hanbeli olarak tanımlamazlar.
Çünkü bu hak mezheplere mensup olsalar öyle gelişigüzel hüküm verip infaz edemeyeceklerdir.
Bunlar ilmi ehliyeti olmadan ve çağı tanımadan, ayet ve hadisleri kendi kafasına göre yorumlayıp hüküm vererek hem kedilerine hem de İslam’a kara leke çalmaktadırlar.
Hem dini doğru öğrenmek hem de diğer bütün dallarda ehliyet kesbetmek için bir üstadın/üstatların rehberliğine ihtiyaç vardır.
Meslek öğrenimi de ustasız eksiktir. Yani ustasından, üstadından ders almayan çok hata yapar.
Ama dinde hata yapanın ceremesini toplum çeker.
***
Meselenin toplumumuzu ilgilendiren bir boyutu da vardır. Son dönemde Deizm’in toplumda yaygınlaşmasındaki en büyük faktör yeni kuşakların sahih İslam’ı öğrenememiş olmalarıdır.
Eğitim sistemimizin eksiklikleri ve aksaklıklarının yanı sıra medyanın da olumsuz etkisi söz konusudur.
Ana akım medya dikkat edilirse yapılan yayınlarda bilgilendirmekten çok reyting kaygısı öne çıkmaktadır.
Doğruyu anlatan değil ekstrem söylemleriyle reyting getirenler tercih ediliyor.
Sonuç ortada.
Velhasıl, ustasız, üstatsız, öndersiz, rehbersiz, usulsüz, kuralsız mesleğin de bilginin de yanlış yapma ihtimali yüksektir.
Sahih İslam yolundan ayrılanlar emperyalist güçlerin kullanımına da açıktır maalesef!