Daha önce de sana bir mektup yazmıştım, cevap vermedin. Hâlâ devam eden burnu havadaki kibrine vermiştim. Bu, sana gönderdiğim son mektuptur.
Kabul et artık, son merhaledesin. Bunu sen de biliyorsun, ama bir türlü kabullenemiyorsun. Aklına o meşum akıbet gelmesin diye kendini içkiye, uyuşturucuya vurduğun gözlerden kaçmıyor. Ne çare ki mahmurluğun da bir sabahı var. Hakikatin gün gibi karşında durduğunu görüyorsun neticede; az biraz ayıkınca. Bir tabiat kanunudur bu. Tabiat kanunlarının nasıl işlediğini ve nasıl değişmez olduğunu en iyi sen bilirsin. Şu anda bildiğimiz, istifade ettiğimiz o kanunların çoğunu sen keşfettin çünkü. Ah! O insanlar gibi medeniyetlerin de ölümlü olduklarını bildikleri halde hep yaşamak, sürekli yaşamak, ebediyen yaşamak, daima yaşamak, mütemadiyen yaşamak, biteviye yaşamak hırsları yok mu, senin hakikati kabullenip jübile yapmanı engelliyor bu ölümcül hırs, değil mi?
Bunu ilkin, karşına rakip olarak konumlandırdığın Sovyetlerin, Afgan mücahitlerinin bir fiskesiyle dağılması sırasında anlamıştın aslında. Büyük, muazzam, süper güçlerin de çökebildikleri fikri herkesin aklına gelmişti, sen mi fark etmeyeceksin! Nitekim, bu düşüncenin iyice yayılmaması için büyük bir telaşla elindeki bütün filozofları seferber etmiş ve medeniyetinin yenilmez, yıkılmaz, son bulmaz, ilelebet payidar bir medeniyet olduğu fikrini empoze etmek amacıyla bütün medeniyetlerin "eskatoloji"sini ilan ettirip kendini "tarihin sonu" tahtına kurulmuş şekilde tasvir ettirmiştin. Ama gördüğün gibi tabiat kanunları senin etki edebileceğin türden değil. Sen artık ancak sana meftun, seni yeryüzünün tanrısı gibi gören âşıklarını, kör kütük bağlılarını etkileyebiliyorsun. Biliyorum, vazgeçmeyeceksin saltanatından, gerek bizzat, gerek vekillerin aracılığıyla kan dökmelerinden, katliamlarından. Şimdilerde kendini bu sefer bizim içimizdeki filozof kırıntılarına cilalatmandan belli oluyor zaten. Sana söyleyeyim, kıvrım kıvrım kıvrılan yılanlara sarılıyorsun, yapma!
Aslında kabullenmemeni de anlıyorum. Köhne dünyayı hallaç pamuğu gibi savurmuş, koskoca dünyayı avucunun içine almış, dünyanın çehresini değiştirmiş, altını üstüne getirmiş, ıraklarını yakın etmiş, dağlarını delik deşik etmiş, her tarafını zapt etmiş, yetmemiş göğüne el atmış, bütün zenginliklerini ana kıtasına taşımış, taşıyamadıklarını yerinde sömürmüş, o semavi saltanata kurulup efendiliğini ilan etmiş bir medeniyetin, sonunun geldiğini kabul etmesi o kadar kolay mı?!
Ama kabul etmelisin ki yediğin bu son darbe seni Sovyetlerden beter etti. Feleğin şaştı. O darbenin etkisiyle yıldızları sayıyorsun da sen, galaksilere seyahate çıktığına inandırmak istiyorsun hem kendini, hem de kendinin azat kabul etmez kullarını.
Nemrut'un burnundan içeri giren sivrisinek misali minnacık Hamas'tan söz ediyorum. Hani şu 7 Ekim'de sevgili evladın İsrail'in şahsında seni dumur eden Kassam'ın baldırı çıplaklarından canım! Gözlerimin önünden gitmiyor, ekranlardaki alık, bön, ablak sıfatın. Aptala dönmüştün. Ne yalan söyleyeyim, acımadım değil hani. Neticede iyiliklerini de gördüm. Senden önce gribi yedi koca gün çekiyorduk da bulduğun ilaçlar sayesinde bir haftaya indi bu süre, az şey mi Allah'ı seversen! Büyük kolaylıklar getirdin hayatımıza. Senden önce insanlar öl öl bitmiyordu, kes kes sonu gelmiyordu, sen bir günde, bir anda milyonları bir varmış bir yokmuş misali toz etmeyi öğrettin, unutmak mümkün mü? Hiroşima'da, Nagazaki'de ne kadar kolay ve ne kadar çabuk olmuştu değil mi?!
Neylersin ki ölümlü dünya! Her medeniyet ölümü tadıyor işte. Güle güle "Dear West!"