Suriye’de meydana gelen hak ihlalleri ve insanlığa karşı işlenen suçları araştırmak çok kolay olmasa gerek. İç savaş, bütün şiddetiyle sürüyor ve sağlıklı bilgi almak giderek zorlaşıyor. Suriye’nin insan hakları karnesini bu savaş şartlarında çıkarmak, uluslararası toplumun dikkatlerini Suriye’de her geçen gün bir yenisi meydana gelen ihlallere çekmek, başta BM olmak üzere insan hakları kuruluşlarının ve suçun cezasız kalmaması için çalışma yürüten başka uluslararası kurumların görevidir. Orantısız güç kullanılması vakalarında bile, eğer bu gücün kullanıldığı yer Türkiye ise sayısız kınama ve endişe ifade eden açıklamalara tanık olmaktayız. Bu ‘duyarlılıklara’ dünyanın sayılı siyaset, sanat ve edebiyat adamları da zaman zaman destek veriyor. Ama dünya Suriye’deki katliamlara suskun kalıyor.
***
SETA işte bu zor ve umutsuz gibi görünen süreçte Suriye’nin insan hakları karnesini ortaya çıkaran bir çalışmaya daha doğrusu dünden bugüne uzanan bir tarihçeyi, insanlığın kaybına ilişkin bir sicili rapor haline getirdi.
Bu Pazar yazısını SETA’nın bu değerli çalışmasına ayırdım. Naçizane tavsiyem şudur: SETA’nın raporuna kendi sitesinden ulaşın, bulun ve okuyun. İşte o raporun en çarpıcı bölümlerinden bazı alıntılar:
Suriye 1966 tarihli “Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi”ni, 1965 tarihli “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Tasfiye Edilmesine Dair Uluslararası Sözleşme”yi ve “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi”ni 1969 yılında; 1979 tarihli “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ni ise, 2003 yılında onayladı. 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerine de taraf oldu ancak 2006 yılında kabul edilen “Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme”yi imzalamadı. 1963’ten 2011’e kadar süren olağanüstü hal dönemi hükümete örgütlenme, ifade ve seyahat özgürlüğünün kısıtlanması ve keyfi gözaltı ve tutukluk konusunda geniş yetkiler verirken, bu dönemde binlerce insan hukuki destek almadan, yakınlarıyla iletişim kuramadan ve herhangi bir yargı organının önüne de çıkarılmadan aylarca gözaltında tutuldu.
***
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2010 İnsan Hakları Raporu’nda da Suriye otoriter bir rejim olarak tanımlanırken, güvenlik güçlerinin yargısız infazlarda bulunduğu, ülkede zorla kaybetmelerin yaşandığı, gözaltı yerlerinde ve cezaevlerinde sistematik işkencenin uygulandığı; bununla birlikte, tüm bu ihlallerin soruşturulması bir yana, kolluk birimlerine karşı cezasızlık politikasının yürütüldüğü vurgulanmıştır.
Mart 2011’de başlayan isyanlar öncesi en ağır insan hakları ihlalleri, Hafız Esed döneminde 1980’li yıllarda yaşandı. 1980 yılında Cisru’ş-Şuğûr, Sermede ve Kinsafrah’da yapılan operasyonlarda yüzlerce kişi öldürüldü. O yılın en büyük katliamı ise, 26 Haziran 1980’de Şam’ın yaklaşık 200 km kuzeydoğusunda bulunan Tadmur Cezaevi’nde meydana geldi. Şam’da Hafız Esed’e yönelik bir suikast Şam’da Hafız Esed’e yönelik bir suikast girişiminin ardından, Müslüman Kardeşler üyelerinin bulunduğu Tadmur Cezaevi’nde Hafız Esed’in kardeşi Rıfat Esed komutasında bir operasyon gerçekleştirildi.
Operasyonda yaklaşık bin mahkum öldürüldü. Tadmur Cezaevi, aynı zamanda dünyada şartları en kötü cezaevlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Tadmur’da dokuz yıl geçiren Bara Sarraj, cezaevini “Tadmur’da yaşamın bir izi yoktu. Kitap yoktu, radyo yoktu. Yemeğimizin üzerine serpmek için tuz bile yoktu. Elbiselerimizi dikmek için iğne bulamazdık. İşkence ise orada her zaman sabit olarak bulunan şeydi” şeklinde tanımlarken, bir başka mahkûm da, cezaevini şöyle anlatıyor:
“Tadmur’da yaşam, bir mayın tarlasında yürümek gibi. Ölüm her an her yerden gelebilir: işkence nedeniyle, gardiyanların zalimliği yüzünden ya da idam ile.” Tadmur Cezaevi 2001 yılında kapatıldı ancak 15 Haziran 2011’de son çıkan isyanda tutuklanan göstericileri hapsetmek için yeniden açıldı.
***
Hafız Esed döneminin en büyük katliamı ise 1982 yılında yaşandı. 3 Şubat 1982’de Hama’da, Baas rejimine karşı silahlı mücadele yürüten bir milis liderine karşı yürütülen askeri operasyon sonrasında kentte başlayan silahlı çatışmalar isyana dönüştü. Birçok Baas Partisi üyesinin öldürülmesi üzerine, yine kardeş Rıfat Esed’in başında bulunduğu ordu birlikleri kenti kuşattı. Sonraki 27 gün boyunca kent, karadan ve havadan sivil ve isyancı ayrımı gözetmeden bombalandı. Suriye devletinin Hama’da gerçekleştirdiği katliam, uluslararası toplum tarafından olayın
üzerinden yaklaşık 16 ay geçtikten sonra öğrenilebildi. Suriye ordusu şehre saldırıda bulunduğu sırada çok az gazeteci kente girebildiği ve olaya ilişkin resmi kayıtlar da gizli tutulduğu için kayıplar konusunda farklı rakamlar ortaya çıktı.
Hama Katliamı üzerine gazeteci Thomas Friedman’ın aktardığı Lübnanlı bir işadamı ile operasyonu yürüten Rıfat Esed arasındaki diyalog ise farklı bir rakam ortaya koymaktadır. İşadamının “Sanırım Hama’da 7 bin kişi öldürdünüz” demesi üzerine, Rıfat Esed “Neden bahsediyorsun? 7 bin mi? Hayır, hayır. Biz orada 38 bin kişi öldürdük” yanıtı vermektedir.
***
Gözaltında kayıplara ilişkin en çarpıcı kanıtlar Ocak 2014’de ortaya çıktı. Suriye’de 13 yıl boyunca olay yeri inceleme uzmanı olarak adi suç vakaları ve kazalarla ilgili fotoğraf çeken “Sezar” kod adlı bir askeri polis, iç savaşın baş≠lamasının ardından, rejime bağlı askeri hastanelere ölü olarak getirilen kişilerin fotoğraflarını çekmekle görevlendirildi. Çalışma arkadaşlarıyla iki yılda 55 bin kare fotoğraf çeken ve iki yıl boyunca çekilen fotoğrafları düzenli olarak bir flaş belleğe kaydeden askeri polis, sistematik işkenceyle öldürme politikasına dayana≠mayarak Suriye Ulusal Hareketi ile temasa geçti ve fotoğrafları muhaliflere verdi... Maktüller hastaneye getirildikten sonra yakınlarına haber veriliyor ve yakınlarına “silahlı çeteler tarafından öldürüldükleri” yönünde belge imzalatılıyordu. Bununla birlikte, kurbanların yakınları cenazeleri teslim aldıktan sonra yaptıkları incelemelerde işkence ve kurşun izleri bulduklarında medya ve insan hakları örgütleri ile bul≠gularını paylaşıyorlardı. Suriye’deki şiddetin boyutunu anlamak için 2000’li yıllarda yaşadığı işgal sonrası şiddet sarmalına gömülen Irak ile karşılaştırma yapmak yararlı olabilir. Yaklaşık 31 milyon nüfusa sahip olan Irak’ta 2006 yılı şiddetin doruk noktası idi ve o sene 36.591 kişi öldürülmüştü. Yaklaşık 22 milyonluk bir nüfusa sahip olan Suriye’de ise ölü sayısı BM’ye göre Temmuz 2013’te 100 bini geçmişti.