Cumhuriyet tarihinde bugün olduğu gibi bir medya düzeni ve gazetecilik türü olmamıştır. Seçilmiş hükümetlerin, seçilmiş başbakanların, genel olarak seçilmişlerin ve onların toplumsal tabanları her zaman hedef olmuş ve saldırıya uğramışlardır ama bugünkü kadar, hayır. Böyle bir devir hiç yaşanmadı.
Askeri vesayet de geriletildikten sonra artık her fikir ve her düşünce serbestçe ifade edilebilir hale gelmiştir. Buna bağlı olarak marjinal fikirler de merkeze taşınmıştır. Özellikle, AK Parti iktidarlarına karşı merkez siyaset dili ve gazetecilik üslubu çaresiz kaldıkça marjinal ideolojiler merkeze yerleşmiştir. Nefret, saygısızlık ve komplo olağan gündelik dil halini almıştır.
Erdoğan, tarihte hiç bu kadar ağır hakaret dönemi olmadığını söylerken haklıdır. Menderes’e, Demirel’e, Özal’a ve Erbakan’a da ağır saldırılar yapılmış, “diktatör... tek adam” şablonuyla hücum edilmiştir ama hepsine yönelen hakaretin daha fazlası tek başına Erdoğan’ı hedef almıştır. Medya organlarının artması, internetin de gelişmesiyle birlikte aralıksız bir hakaret düzeni kurulmuştur. Erdoğan’ın girdiği bütün seçimleri kazanarak rakiplerinde umutsuzluk yaratması da hem çaresizliği hem de nefreti çoğaltmıştır.
Ve bir de Erdoğan’ın kendisine siyasi hasım olan medyaya doğal olarak “medya” muamelesi yapmaması tabii ki...
Türkiye’de yayınlanan günlük gazetelerin en az 10 tanesi sadece ve sadece Başbakan’a hakaret etmek misyonunu üstlenmişlerdir. Böyle bir medya pazarı var bu ülkede. Her sabah birbirleriyle hakaret yarışına giren, bir sonraki gün daha ağır, daha saygısızca manşetlerle okurlarının önüne çıkan 10 gazete... Geri kalanlardan spor gazeteleri hariç en az 20’si de hakaret ve yalan haberlerle sürdürülen, yazarlarıyla cephe mücadelesi veren “olağan” muhalif pozisyondadır. Böyle bir dönem de tarihte hiç olmadı. Olmayacak da. Bu servis, “diktatör” Tayyip Erdoğan’a özel bir uygulamadır.
Bırakın Cumhuriyet mitingleri günlerini, bırakın parti kapatma davası sürecini ve hatta bırakın 17 Aralık’ı son üç güne bakalım. Bakalım da “diktatör”, “despot”, “tek adam” olmakla itham edilen Başbakan’ın medyada gördüğü muameleyi görelim.
Girdiği her seçimi kazanan ve buna rağmen kendisini üç dönem milletvekilliğiyle sınırlayan “tek adam”ın medyaya baskısını manşetlerden anlayalım.
“Çankaya’ya değil Bakırköy’e”, “Diktatörün kadısı”, “Öfke nöbeti”, “Skandal yarattı”, “Yargıdan kaçış”, “Türkiye böyle bir edepsizlik görmedi.”
Bir diğerinin manşeti ise Hitler tablosu bir resim eşliğinde şöyleydi: Böyle buyurdu diktatör.
Yazarlara gelince... En hafifi, “Tayyip” diye hitap ettikleri Başbakan’ın tedavi görmesi gerektiğini söylüyordu, diyeyim siz anlayın.
Akla gelen her ağır sıfatın ve her ağır cümlenin hepsinin birden sadece Başbakan’a söylenebildiği bir ülkede yaşıyoruz. Bunu gazetecilik zannedenler tabi iki basın özgürlüğü denince banka soyanların, bomba hazırlayanların haklarını savunurlar.
Basın özgürlüğünden önce basın ahlakı ve medyanın demokrat olamama sorunlarını konuşmalıyız ama bu kuşakla ve bu öfkeyle imkansız ne yazık ki.