Sevgili ağabeyimizin hemen cevap yetiştireceğini düşünemedim. Bunu düşünseydim, “dostane bir hatırlatma” saydığım o bölümü yazıdan çıkarırdım. Yani, “sevgili ağabeyimiz” kısmını ketmedip yazıyı öyle yayınlardım. Muhatabını bulurdu. Çünkü, Cumhurbaşkanımızın ziyaretine (maksadının dışında) anlamlar yükleyen, bu ziyareti açık bir “politik başarısızlık” olarak gören tek kişi Ahmet Taşgetiren ağabeyimiz değil... (Zaten maksadım, Taşgetiren ağabeyimize cevap yetiştirmek değildi.)
Bu ifademin de alınganlıklara yol açacağını tahmin ediyorum. Sevgili ağabeyimiz diyecektir ki, “Bu Ahmet Kekeç’te hakikaten politik bilinç yokmuş. Cumhurbaşkanımızın ziyaretini politik bir başarısızlık olarak gördüğüme ilişkin tek satır yazmadım. Bunu da nerden çıkarıyor?”
Doğrudur.
Sevgili ağabeyimiz bu ziyareti, “başarı” ya da “başarısızlık” kıstaslarıyla değerlendirmedi.
Sadece, ziyaretin yarıda kesilmiş olmasını olumlayan birtakım panik cümleleri kurdu. Zımnen “Ne işin vardı orada?”, “Böyle olacağını düşünmen gerekmez miydi?”, “Davos’un intikamıyla yanıp tutuştuklarını hesap edemedin mi?” sorularını içeren (bence son derece yersiz) cümleler...
Nihayetinde bir şey olmadı. Olsaydı, o zaman konuşurduk.
Haham, Cumhurbaşkanının gözünün içine baka baka, o sevimsiz cümleleri kurmadı.
Dünya alarme olmadı.
İsrail, “İşte Davos’un intikamı” diye ayağa kalkmadı.
Netenyahu’nun yağları erimedi.
Pensilvanya’daki zat zil takıp oynamadı.
Hiçbir şey olmadı.
Sevgili ağabeyimiz, ısrarla, “Ya olsaydı?” diyor ve olmayan şey üzerine, (olsaydı, muhtemelen, açık bir “dış politika başarısızlığı” olarak değerlendirecekti) bir kamyon laf ediyor.
Bir önceki yazımda da belirtmiştim:
Cumhurbaşkanımız, bir “mümin” olan ve bu niteliği dünyaca bilinen Muhammed Ali’nin (bir Müslüman kardeşinin) cenaze törenine katıldı.
Katılmasa mıydı?
Bir komşunun cenazesine gider gibi gitti Amerika’ya...
Bir akrabanın... Bir tanıdığın... Bir dostun...
İnsani ve dini bir vecibeyi yerine getirmek için...
Bir Cumhurbaşkanı olarak değil, bir mümin olarak, sorumluluk hissederek gitti, cenaze namazında saf tuttu, duasını okudu, döndü.
Eli başı oynayan bir hahamla aynı ortamda bulunma tehlikesini göze alamadığı için değil, ortada “profesyonel yas tutucu ve cenaze töreni levazımatçıları”yla paylaşabileceği bir acı bulunmadığı için döndü.
Sevgili ağabeyimiz, hâlâ “Ya olsaydı?” diyor.
Bunu (kötü bir şeylerin olabileceği ihtimalini) düşünemediğim için de, politik bilinçten yoksun olduğumu söylüyor. (Politik bilincim onu şaşırtıyormuş.)
Bir şey olmadı işte...
Korkulan (sevgili ağabeyimizin çok korktuğu o “kötü şey”) gerçekleşmedi.
Bir şey olmadığı ve korkulan gerçekleşmediği halde, “Ya olsaydı?” deyip durmanın âlemi nedir?
Her şeye özel anlamlar yüklememiz gerekmiyor. Bir cenaze töreni, bazen “sadece bir cenaze töreni”dir. Başka da bir şey değildir.
Kötü niyet sahiplerini ve kalbi kararmış kesimi dışarıda tutarak söylüyorum: Büyük kentlerin ve “modern hayatın” yabancılaştırdığı ruhlarımız, “cenaze törenine katılmak” olarak adlandırılabilecek bir eylemin, sadece “cenaze törenine katılmak” olduğu ve başka da bir şeyi imlemediği gerçeğini kavramakta güçlük çekebilir.
Bunu mazur görmek gerekir...
Düşünürse, sevgili ağabeyimiz de mazur görecektir ve bir ziyarete olmadık anlamlar yükleyen kötü niyet sahiplerine malzeme üretmekten vazgeçecektir.
- HAMİŞ
Birkaç gün izin istiyorum. Kafaca ve bedence rehabilitasyona ihtiyacım var. Allah nasip ederse, Perşembe günü buradayım.