17 Aralık’ın geleceği 7 Şubat’tan belliydi. Fakat 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve arkadaşlarının Özel Yetkili Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırılmasının arkasındaki gücü ve o gücün ileriye dönük planlarını devlet aklı öngöremedi.
Bu vahim hamle, 17 ve 25 Aralık operasyonlarını savunan ‘paralel kalemler’ kim ise o gün de aynı kişilerce “MİT’in de ordu gibi temizlenmesi gerektiği” ve sözüm ona “7 Şubat hamlesinin buna vesile olacağı” teziyle savunuluyordu.
Hepimiz saftık, bir tek onlar akıllıydı!
7 Şubat’ın doğrudan Hakan Fidan’a, onun üzerinden Türkiye’nin seçilmiş iktidarına ve tabii ki Başbakan Erdoğan’a yönelik bir operasyon olduğunu anlamayacaktık.
İsrailli yetililerinin Fidan’dan rahatsız olmalarını ise hayra yormamız gerekiyordu.
Nitekim İsrail’e yakın ABD basınında peş peşe çıkan MİT’i İran’ın hizmetinde gösteren ve bunu da Hakan Fidan’a bağlayan yazıları da “dostlarımız iyiliğimiz istiyor” şeklinde tevil etmeliydik.
Zira ‘paralel basın’ böyle yapıyordu.
***
17 Aralık ve 25 Aralık ise hasbelkader fark edilmiş yolsuzluk olaylarını aydınlatmak için hukukun sınırları içinde kalınarak yürütülen masum operasyonlardı!
Üç yıl boyunca hukuksuz yapılan dinlemelerle, iğne ile kuyu kazarcasına sabır ve emekle hazırlanmış dosyalara “emeğe saygı” yorumu yapmalıydık.
TİB’den alınan hukuksuz yetkiyle Emniyet İstihbarat’ta üretilen deliller ‘paralel savcılar’ marifetiyle suç dosyasına dönüştürülecek, dava ‘paralel yargı’ önüne gelecek sonra da ‘paralele yargıtay’da onanacak... bu zaman zarfında hükmet yerle yeksan, çözüm süreci berhava olmuş olacaktı. Ve hepimiz “hukukun üstünlüğü” şiarının yanında hizalanacaktık!
Devlet içindeki bu çetenin emniyet ve yargıdaki örgütlü gücü sayesinde yürüttüğü operasyona “hukukun sınırları” içinde kalınarak müdahale edilmediği için “hukuk askıya alındı” korosuna katılacaktık.
Öyle yapmadık. Türkiye’nin yüzde 45’5’i “biz bunu yemedik” dedi ve 30 Mart’ta en çok da bunun için sandığa gitti. ‘Paralel çete’ ile mücadele konusunda hükümeti yetkilendirdi. ‘Paralel çetenin’ kuyruğuna takılıp, devrilecek iktidarın yerine geçmeyi hayal eden “kifayetsiz siyasi partiler” ise siyasetsizliklerinin müstahakkını buldu.
Şimdi ise Türkiye yeni bir dönemin eşiğinde. Cumhurbaşkanı ilk kez halk tarafından seçilecek. Cumhurbaşkanını halkın seçmesinin (ki buna da sebep de muhalefetin 2007’deki tavrıdır) ne anlama geldiğini kavrayamayanlar, dışarıda pişirilmiş ve içeriye servis edilmiş izlenimi veren bir ismi aday gösteriyor.
Adayın siyasi bir isim olmamasını ise marifet sayıyor.
‘17 Aralık medyası’ da (İsmin tespitinde emekleri olduğundan mı?) çatı adayını destekliyor.
***
Muhalefet, Türkiye’nin en önemli davalarını kendi kadrolarına yer açmak için heba eden, askeri vesayeti geriletirken onun boşlattığı yere kendi vesayetini ikame etmeye yeltenen ‘paralel yapının’ arkasına takılmaya devam ediyor. 30 Mart seçimlerinde paralel yapının eline verdiği tapelerle konuşan Kılıçdaroğlu belli ki akıllanmamış. AK Parti iktidarında istediği gibi at koşturamayacağını anlayan dış bağlantılı paralel yapının CHP’ye de operasyon çektiğinin farkında değil. Eline tutuşturulan tapeleri himmet sayıyor.
‘Çatı aday’ Ekmeleddin İhsanoğlu, ‘Çatı siyaset’ ise aynı: Erdoğan düşmanlığı!
***
Paralel yapımın müdafii medya organlarında ise şöyle yazılar çıkıyor: “Bugünkü anormal şartların ‘ila yevmil kıyame’ devam etmeyeceği aşikâr... Ayağa düşmüş bilgilerin medyaya sızmaması, tarihe mal olmaması, uzun süre gizli kalması düşünülebilir mi? ... Görmüyor musunuz; 12 Eylül darbesini yapan o muktedir ve müstebitler dahi 34 sene sonra adaletin karşısına çıkarıldı. Kanunsuz iş yapan hiçbir fert (makamı ne olursa olsun) yakasını kurtaramaz.”
Çok doğru. Paralel yapı, güç zehirlenmesi yaşadığından yaptıklarının yanına kar kalacağını zannetti, açıkçası bu işin sonunu düşünmedi. Şimdi hukuk önünde hesap verme sırası onda.