İki siyasetçi arasındaki polemiğe duhul edecek değiliz.
Kimin eli daha yüksekse, o galip gelecektir...
Bakıyoruz ve eli daha yüksek siyasetçinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu görüyoruz.
Bu o kadar böyle ki, muhatabının söyledikleri sinek vızıltısı gibi kalıyor.
Önce o vızıltıdan bir paragraf aktaralım: “Bülent Ecevit gerek siyasete başladığında, gerek başbakan olduğunda ülkenin çıkarlarından yana politikalar oluşturmuştur. ‘Ne ezen ne ezilen insanca hakça bir düzen’diyen Ecevit Kıbrıs'ta barışı sağlayan kişidir. Bülent Ecevit ambargo sürecinde dik duran kişidir. Afyon üreticilerine sahip çıkmıştır. Siz ülkenin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda otururken Ecevit'e dil uzatırsanız sana deriz ki, önce sen ağzını bir yıka, ondan sonra Ecevit'i ağzına al...”
Bu sözlerden ne çıkar?
Birincisi, “Ecevit’e sahip çıkıyormuş gibi” yapan ama asıl amacının hır çıkarmak olduğu apaçık sırıtan Kılıçdaroğlu’nun cehaleti...
İkincisi, “nezahetsizlik” çıkar...
Ecevit kutsal bir kişi midir ki, bir dokunulmazlıktan mı gelmektedir ki, onun adını anmak önce ağız temizliği gerektirsin?
Nedir ki ağız temizliği?
Mütemadiyen “Hırsızlar, haramzadeler, başçalan, angus sığırı, ananı a... a...” diye ünlemek midir?
Bir anket yapılsa, “En ağzı bozuk siyasetçi kimdir?” diye, ilk sırayı kesinlikle Kemal Kılıçdaroğlu alır.
Bu ülke, “Silkeleyin ağacı, belki Recep düşer” özlü deyişiyle, Kılıçdaroğlu sayesinde tanıştı.
Hem ağzı bozuktur, hem de görülebilecek en yalancı siyasetçidir.
Konusunun da cahilidir.
Ecevit Kıbrıs’ta barışı sağlamış, ambargo sürecinde dik durmuştur da ne olmuştur?
Kaldı ki, dik filan durmamıştır.
İlk fırsatta iktidarı bırakıp kaçmıştır.
Sahip çıktığı söylenen afyon üreticileri de, partisinin bir milletvekili tarafından satışa getirilmiştir. Yani, Ecevit’in partisi olan CHP (aynı zamanda Kılıçdaroğlu’nun da partisidir), darbe hükümetine Başbakan vermek suretiyle, afyon üreticilerinin de mağduriyetiyle sonuçlanan sürece “meşruiyet” sağlamıştır. Çünkü darbe hükümetinin CHP’li Başbakanı Nihat Erim’in ilk icraatı, haşhaş ekimini yasaklamak olmuştur.
Partisinin tarihini bilmeyen Kılıçdaroğlu, kendi pozisyonunu da (Ecevit’in karşısındaki pozisyonunu da) bilmiyor.
Hatırlatayım sevabına:
Bilinir tek icraatı SSK’yı batırmak olan Kılıçdaroğlu milletvekili olmaya niyetlendiğinde, kalabalık bir referans listesiyle DSP’nin kapısını çaldı. Ama Hüsamettin Özkan engeline takıldı. Rahmetli Ecevit de, “Getirmeyin bu adamı bana” diyordu.
Naçar, partiyi perde arkasından yöneten Rahşan Ecevit’e gidildi. Ondan da olumsuz cevap alındı.
DSP kapıları tümüyle kapanınca, “dostları” aracılığıyla (çünkü uluslararası tanınırlığı olan hatırlı dostlara sahipti), Baykal’a ricada bulunuldu.
Böylece milletvekili oldu.
Bir diğer deyişle, hatırlı dostları Kılıçdaroğlu’nu CHP’ye çaktılar.
Sonrasını biliyorsunuz...
Bu kez başka “hatırlı kişiler” devreye girecek, Baykal’ın bir kaset kumpasıyla alaşağı edecek, Kılıçdaroğlu’na genel başkanlık kapılarını açacaklardır.
Bitirmeden önce, o vızıltıdan bir paragraf daha okuyalım: “5 bin ton et ithal edeceğiz Sırbistan’dan. Bizim aklımıza Sırp kasabı geliyor. Katleden bir Sırp! Miloseviç hapiste. Onunla tokalaşıyorsun. Bu etin saraya gitmesi lazım! Bunlar besmelesiz kesildi. Adam kul hakkı yemeye alışmış zaten.”
Hemen hatırlatalım:
Sırbistan’da ithal edilecek etler Sancak bölgesinden (Türk ve Boşnak üreticilerden) temin edilecek. Bu durum “protokole” bağlandı. Ama Kılıçdaroğlu hâlâ “besmelesiz et” ve “Sırp kasabı” diyor.
Hiç utanmıyor ve galiba hiç utanmayacak!